Bağ Bozumu
Şarap sever misiniz?
Ben, en az rakı kadar severim şarabı. İkisinin de yeri ayrıdır. Rakı, yanına ille de dost ve muhabbet ister. Şarap ise tek başına kaldığınızda da içilebilir; hatta yalnızken daha iyi içilir. Tabii bana göre... Gerçi şarabı asla rakıdan üstün görmem; ama şarap biraz daha oyuncudur. Keşfi uzun zaman alan, bulmacalı, eğlenceli, öğrenmeli bir yoldur şarap yolculuğu...
Karafakiden...
Karafaki'den... Merhaba... İçten bir merhaba hem de... Keyifli bir merhaba... Kosmosun pek çok bucağında karşılaştım dostlarla. Ya da nerelerdeysem haber saldım dört yana... Şimdi yine bir başka köşecikten gevezelik edeceğim... Karafaki'den...
Foça Salısı VII
Bomboş... Henüz topyekûn yasaklı değil belki sokaklar, ama içeri kaçanlardan arda kalan, koca bir boşluk çoğu yerde. Foça’dan fotoğraflar görüyorum şu sıralar. Sakin, dingin... Kordonda yürümek, balık tutmak yasak. Sahilde, kırda piknik yasak. Foça yasaklanmış bildiğin... Hepsi geçecek. Az sabır... Her yer yine kalabalık olacak. Ve ben bir pazar günü, erken saatlerde, bu fotoğraftaki gibi bomboş bir kordonu özleyeceğim Foça’da.
Sandık Perşembesi VIII
Bu gece rüyamda bir tabak zeytinyağlı taze fasulye gördüm. Görmek ne? Bir çatal tattım bile! Her sene bu zamanlar, yaz sayıklamalarım başlar. Ocak sonuna doğru, ele güne ayıp olmasın diye ”ah bir Hıdrellez geleydi” derim ya, asıl beklediğim yazdır. Bugün ise iyiden iyiye ayıp olacak diye ”yaz gelsin” teraneme başlayamadım. Denizi, güneşi, ince giysileri, mis kokuları özledim. Yalnız da değilim, biliyorum.
Foça Salısı VIII
Sosyalleşmesiyle farklılaşan türlerdeniz. Yaşamsal örgütlenmenin ötesinde, konuşmaya, temasa, düşünsel alışverişe ihtiyaç duyuyoruz. Bir araya gelmeye, muhabbet etmeye, sarılmaya, tartışmaya, gülüşmeye ihtiyaç duyuyoruz. İnternet marifetiyle, sevdiklerimizle teması korumaya çalışıyoruz. Hiç yoktan iyidir deyip, teknolojiyi geliştirenlere rahmet okusak da aynı tadı almadığımız kesin bu muhabbetlerden...
Sandık Perşembesi IX
Ne çok şeyi dert ediyoruz kendimize... Gündelik kabalıkları, gündelik aksaklıkları, büyük sistemin gediklerini... Bir kısmı ne yaparsak yapalım, kendi başımıza değiştiremeyeceğimiz konular. Bir kısmı belki toptan değiştiremeyeceğimiz, ama kendimiz değişirsek etki edebileceğimiz konular. Ama çoğu kez kendimizi, alışkanlıklarımızı değiştirecek iradeyi de yönetemiyoruz.
Beyaz Çikolatalı Tiramisu
Uzun zaman önce, bir yılbaşı gecesi için yaptığım tiramisuyu tüm aile çok beğenmiştik. Tarif yanlış anımsamıyorsam BBC’nin tariflerindendi. Malzeme listesindeki crème fraîche yerine, muadili ekşi krema için fazladan bir buçuk güne ihtiyaç duyulduğu için ve tiramisunun da bir tam gün beklediğinde tam kıvamına varması nedeniyle, en azından iki buçuk günde sonuca ulaşılan bu tarifi pek sık uyguladığım söylenemez.
Fındık Ezmeli Çikolatalı Kurabiye
Kitabının orijinali basılmadan, korsan yayınları çıkan ilk yazar olacak Cenk Sönmezsoy yakında. Demedi demeyin! Şimdiden var; tarifleri çok beğeniliyor, fotoğrafları sitelerde (izinsiz) kullanılıyor, sevgililer birbirlerine onun sitesindeki tariflerden oluşan kitapçıklar hazırlıyor. Cafe Fernando’dan söz ediyorum.
Bize Göre Her Yer Bağlam İçi
Oluyor bir on beş yıl kadar. Beykoz’da, denizin kucağında bir masada, folyo üstünde balık yiyoruz. Niyeyse, yine Coca Cola’nın bağlam dışı boykot edildiği bir dönem. Tabii henüz şişeleri açıp açıp, sokaklara dökmek âdet olmamış. Yan masadan bir beyefendi komiye sesleniyor...
Canına Değsin Leman
Bazen Ege’yi alıp, çocukluğuma götürmek istiyorum. Baharlarda dallarına topla manşet atıp, çiçek sağanağı yağdırdığımız akasyanın altındaki bahçeye... Öğleden sonra miskinliklerini bölen yumurtalı ekmek ya da sigara böreği kızartması, kek kokularına... Bayramların henüz tadının olduğu, babaannemin ya da Leman Teyze’nin burma baklava yaptığı, mis gibi lokmalar döktüğü vakitlere...
Hür Şehrin Esir Şairleri
Murat, yanlış mevzuda konuştuğunu anlamıştı. Sözü değiştirmek için:
- Ertuğrul Hikmet’e uğrayalım mı, diye sordu. Şuracıkta evi... Onu da alırız. Belki bildikleri vardır. Malûm ya, dünyayı tanır.
- Hayır istemiyorum!
- Niçin istemiyorsun?
- Sana gelirken ben de düşündüm. Hatta bir aralık, geçerken onu da alalım diye karar verdim. Sonra vazgeçtim. Ne bileyim... Vazgeçtim...
Vaveyla
Üç seneyi geçiyor... Doktora derslerini alırken, bir yandan da lisans öğrencileriyle bilimsel hazırlık derslerine giriyordum. Güz dönemiydi. Bir ders arasıydı. Sınıfa iki delikanlı girdi. İçlerinden biri A4 tabakanın 1/4ü boyutta kağıda yazılmış bir bildiri dağıttı. Diğeri de kapıyı kapattı. Anlayamadım önce...
Bilim Sizi Suya Götürüp Susuz Getirebilir
İki yıl önce bu zamanlar, su içmenin insan sağlığına abartıldığı kadar katkısı olmadığı, su şirketlerinin desteklediği çalışmalarla seneler önce düşülmüş bir hata olduğuna ilişkin bir tartışma başlamıştı. Bugün o konu geldi aklıma... Durum ne gibi bir karara bağlandı acaba?
Bir Vakitlerden Sonraki Vakit
Bir tablonun içinde yaşadınız mı hiç? Ben yaşadım. Biraz farklıydı, ama yaşadım. Bugün, ”Üsküdar Kitabı”nın yazarı Sinan Yılmaz hocanın Twitter paylaşımları arasında Nermin Pura’nın bir tablosunu gördüm. Daha tablonun adını okumadan ”Burası Moda! Moda çay bahçesi” dedim. Evet, Moda çay bahçelerini birkaç kez resmetmiş Nermin Pura.
Kurtuluş
Yeni çağ, yeni düzen, değişim, alt üst oluş, üstün alta geçişi, devrim, dönüşüm, değişim, odaklanma, korunma, bilinç, oluş, serbest bırakma, affetme, uğurlama, selamlama, ayrılma, inanma, aydınlanma, farkındalık, dengelenme, dünü bağışlama, anda kalma...
Bendelikte mi Saadet?
Salah Birsel, kırk yıl önce, Boğaz’da seyrin ederini hikaye etmiş merak edenlere. Hem de birkaç nesillik ederini. Görelim, ne demiş? ”Padişahlar, sultanlar, şehzadeler, sadrazamlar, damad-ı şehriyariler, vezirler, ferikler, ferik elmaları sıra sıra dizilip Boğaz’ı seyreder. Onlar seyreder, halk da onların seyrini seyreder...
Asansör’den Haber Var
Bunaltıcı, su solutan bir İstanbul sabahında, tüm yorgun İstanbullular’a günaydın! Nemsiz, rüzgârlı memleketlerin vatandaşlarına ise diyeceğim o ki beldenizin kıymetini bilin! Bir süredir özel bir sağlık sorunu nedeniyle yazamıyor(d)um. Bu yazamadığım günler boyunca muhteşem şeyler yaptık oysa. Örneğin uzun zamandır beklediğimiz bir şeyin haberini aldık. Muhteşem bir konsere gittik.
Pekmezli İrmik Helvası
Diyet zor iş. Daha doğrusu, kilo almanıza neden olan alışkanlıklardan sıyrılıp, farklı bir 'mutfak'a alışmak zor. Ne olsa damak, hafızası en kuvvetli parçalarımızdan biri ve eğitmesi kolay olmuyor. Yine de bir kere alıştı mı, hayat düzene giriyor hemen.
Günler ve İşler
İnziva günleriniz nasıl geçiyor? Kaynağı eşitsizliğe dayanan bir soru cümlesi oldu; farkındayım. Özür dilemeliyim. Dünya çapında bir salgın var ve dünya vatandaşlarının bir kısmı kabuğuna çekilebilirken, bir kısmı ekonomik ve dolayısıyla yaşamsal döngünün sürdürülebilmesi için risk altında çalışmaya devam ediyor. Sağlık sektörünü ise neredeyse bu çekişmenin dışında tutmam gerekiyor. Onlarsız, yoktuk.
Eşitsizliği besleyen nüfusun üyelerinden biri olarak ben son iki ayı biraz yoğun geçirdim.
Tarçın Nezaketi
Bıktım. Her haltın üzerine lök lök çikolata sosu dökerek tanıtım filmi hazırlayan mekânların reklamlarına denk gelmekten içim bulandı. Midem falan değil, tüm batın! Yediler bitirdiler kakao bahçelerini, yine doyamadılar. “Dünya salgından kırılıyor, senin derdin bu mu?” Evet bu. Dünya, neden kırıldığını anlayana kadar zaman akıp gidiyor.
Senden Sonra
Geçenlerde yine seni konuşuyorduk. Feridun, senden sonra cümbüş olacağını söyledi. Herkes ağzını açacakmış, gözünü de yumacakmış çaresiz. Sosyal medya, oynak medya falan ne varsa hepsinde tefler çalacakmış, kızlar oynayacakmış.
Foça Salısı X
Sanırım, el ayak çekildikten sonra yaşam kendine geliyor kıyılarda. Yazın tadı bambaşka şüphesiz. Ama ben Foça’nın en çok erken baharını, geç güzünü ve hatta kışını sevdim.
Gürültü patırtının yalnızca Foçalı olduğu günler onlar. Kulak tırmalayan, gönül yoran tınıların azaldığı günler... Kokular daha temiz, ışık daha berrak.
Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun
”Cumhuriyet’in temelinin laik bir dünya görüşüne dayalı olduğu hiçbir zaman unutulmamalı ve bu gerçek gözden kaçmamalıdır.
Zira Türk halkı teokratik yönetimden çok acı çekmiştir.
Geri kalışının nedenleri arasında bunun önemli bir yeri vardır.”
Jardin d’Hiver
Hayatımda nadiren şımardığım anlardan birine denk gelmiş olabilir bir sevgili dostum. Kıramamış olabilir beni. Sonucu da kalbe dokunan bir eser olmuş olabilir. Hayatta her şey mümkün...
Son günlerde müzikten daha iyi hissettirici bir zihin meşgalesi bulamıyorum. Yeni takıntımla tanışın:
Jardin d’Hiver...
10 Kasım
O en güzel Selanikli…
Gönlümüzü doldurdu, zihnimize ışık oldu…
Bağımsız ve çağdaş Türkiye’nin inatçı devrimcisi…
Sonsuza dek… Atatürk…
Yeni Yılda Yeni Güne Merhaba
Merhaba... Yeni yılda yeni güne merhaba... Geçtiğimiz yıl Karafakiden’e hepi topu elli yedi yazı yazmışım. Kim elli yedisini de okudu bilemem, ama sayı beni şaşırttı. Hem planladıklarımdan az geldi hem de beklediğimden çok buldum. İnsan böyle... ”Vaktim olsa da yapsam” dediğimiz şeylere o vakitler hiç gelmeyecek gibi oluyor bazı bazı...
Farketmeden
Bugün kafamın içinde Fikret Kızılok çaldı durdu. Geçen günlerde yine ”Farketmeden”e takılmış kalmıştım. Bende haftanın hangi günü, günün hangi saatinde olduğumuzun fark etmediği bir yerde yaşıyormuşum hissi yaratan bir şarkı. Ne ilgisi var oysa? Sözlerde aramayın ilgiyi. Tınıda, seslerin etkisinde...
Diner
Gündelik özlemler... Bahar başı. Vakit öğleden önce. Suadiye’den Şaşkın’a yürüyorum. Cadde hem sakin, hem hareketli. Kitapçıya yaklaşamadan yağmur başlıyor. Bahar yağmuru. Hemen en yakın kahveciye giriyorum. Caddeyi seyredebileceğim bir masaya yerleşiyorum. Biliyorum; kahvemi bitirene kadar yağmur diner.
Sözün Bittiği Yer
Eski ocaklardan bir anı... Ta Ocak 2018’den...
Bostancı - Karaköy teknesi, 07.55 seferi, tinton halleri:
- Kaç saat sürüyor bu Fehmi?
- ......... Kadıköy’e geldik bile...
- Ne Kadıköy’ü ayol? Daha Selamiçeşme’deyiz anca!
-......... Arabayla gitmekten hızlı neticede...
Yirmilerden Sonra
Yirmi yaşımdayken yazmak ne kolaydı... Aklımızdan geçen her konu hakkında özgürce yazabiliyorduk. Oysa bakıyorum da o vakitlerdeki pervasız üsluba bugün yer vermem imkansız gibi... Zihni otosansüre mecbur bırakan lanet düzeni hesaba katmıyorum bile... O, işin en geçici kısmı. Fakat yıllar içinde, yaşam yolculuğuyla değişen bir hareket kabiliyeti var ki onunla baş etmek daha güç.
Kime Niyet Kime Kısmet
Bugün, gün batımı saatinde, salonda oturduğum yerde içime rakı kokusu doldu. İnanılmaz derecede gerçek bir kokuydu. Herhangi bir şeye karşı ciddiye alınır bir özlem duymadığımı sanıyordum. Oysa bu hafta fark ettim ki Cadde’de yürüyüşleri özlemişim. Bir de bu akşam gaipten dürten koku, muhabbetli sofrayı özlediğimi hatırlattı.
Brownie Cheesecake
Kuşhâne defterine not almayı ihmal ettim hanidir. Geçen gün yine bir yetim tarife rastladım notlarımın arasında. Hangi blogdan görüp not almıştım, meçhul. Tek hatırladığım, tarifin şeker oranını elden geçirmem gerektiğiydi. Bu, bizim evde en sevilen tatlılardan biriydi. Ve her seferinde tarifin orijinalini uygulayıp, ”Öf bu çok tatlı oluyordu yahu! Şekerini azaltmam lazım bir dahaki sefere” diyordum ve o revizyon hiç gerçekleşmiyordu.
Biri Gelsin Bir Laf Etsin
Bugün, son zamanda bilinç altına yüklenen haberlerden, saçma sapan olaylardan ve mahalle yanarken laf dalaşına tutuşanlar yüzünden öfkem boğazıma kadar kabardı. Küfredebilsem, rahatlayacakmışım gibi hissediyorum. İşin kötü yanı bu birikimi dindirecek kadar küfür bilmediğim gibi literatürde var mıdır, onu da kestiremiyorum.
Heidi′nin Hakkı Heidi′ye
"Baba Beni Okula Gönder" kampanyasının televizyonda yayımlanan reklam filmini bilirsiniz. Hani siyah-beyaz. Hani Türkiye'den çocuk görüntülerine fon müziği olarak, çocukluğumuzun kahramanı Heidi'nin, aynı isimli çizgi filminin intro müziğini kullanan reklam... Hala anımsayamadıysanız kampanyanın resmi sitesine bir girin, introyu geçmeden bir izleyin.
Lume, lume sora lume...
En son 24 Mart'ta yazdım. O zamandan beri elim gitmedi pek yazmaya. Sağıma dönsem telaş ve mutluluk var; bir adım geriye dönsem hüzün. Hayat dedikleri bu, değil mi?
Gel gör ki dostum, bazen taşıması ağır. Bazen çok ağır.
Hatırlarsınız, yeni yıl gecesi kaybetmiştim Erol amcamı. Onun kaybı büyük üzüntüydü; üstüne bir de beklenen bir başka kaybın peşin acısı...
Hepimizin bildiği bir gerçekti. Ve hepimizin olmamasını dilediği...
Dönerken
Orta halli bir gün.
Aslında Feridun'la geçtiği için oldukça iyi de bir gün.
Önce babamın bürosunda tüketilen sabah saatleri, sonra Cumartesi yağmurunda Caddebostan'ın kalabalığı.
Hava buz gibi. Sanki yağmur sesi çıkartan; ama karı anımsatan bir şeyler iner yer yüzüne. Bir fincan Noel çayı bana, bir fincan Haiti kahvesi ona...
Limonlu Kek
Kendi kendime uydurup, iyi sonuç aldığım tariflerden biri daha... Bu keki ilk kez 25 Ocak, Pazar günü yapmıştım. Malzemeleri ve ölçüleri kafama göre kurgulayıp, yani ”gittiği yere kadar” usulünce hazırlayıp, fırınlamıştım. Sonuç -bence- mükemmel oldu. Evdekiler de beğendi; hatta ikinci kez istediler.
Yedi Gün
Yedi gün oldu.
Takip edilemeyen gündem. Yazılamayan yazılar.
Yedi gün tamamlandı; cancağızlarımdan birini kaybedeli.
Bu blogda ve eski Karafakiden'de sık sık söz ettiğim Yılmaz amcamın kardeşi, benim baba gibi sevdiğim Erol amcamı 31 Aralık 2008 gecesinde kaybettik.
Yüzde Kaç Türksünüz?
Delilik halleri.
Yeniden kaos.
Yaşadığımız bu olsa gerek dünya üzerinde.
Ne yapacağımızı, ne konuşacağımızı, ne isteyeceğimizi, neyi bildiğimizi şaşırmış vaziyette bir dünya dolusu koca insanlar, gençliğimizde kullanmış olmamız beklenen saçmalama haklarımızı 'olgunluk'ta devreye sokup, delirip duruyoruz.
Önce küçük bir öykü size... Yaşam öyküsü...
Ülkeniz Ülkem Kokuyor
Memleketinden uzakların, sürgünlerin öyküleriyle harman sanki geçmiş. Dünyanın, aklınıza gelmedik her köşesinden sürgüne dair hüzünler birikiyor gibi okyanuslara. Türkiyeli 'komünist Nazım', Kübalı eşcinsel yazar Reinaldo Arenas, İranlı keman virtüözü Farid Farjad gibilerinin hüzünleri...
Foça Salısı II
Bu akşam İstanbul’da gün, bahar tonlarını fısıldayarak söndü. Güzelim kızıllar, morlar, pembeler, uçuk tonlarda uçuştu gökyüzümüzde... Deniz ayna gibi parıldadı. Adalar, su üstünde kısa bir yürüyüşle erişilebilecek mesafede göründü. Ya sen canım Foça? Senin göğün bu akşam ne renklere boyandı? Yine, on sene önce aşık olduğum o gün batımı şöleni var mıydı? Özlediğimiz rüzgârlarına, akşamına selam olsun...
Sandık Perşembesi III
Bu perşembe, sandığın diplerini kurcalamadım. Üstte kalanlardan bir fotoğraf çektim, çıkardım. Aigai’ye ilk kez Ege üç aylıkken, Aşçı Fok’la birlikte gitmiştik. Geçtiğimiz temmuz yeniden ziyaret ettik. Bu kez, konakladığımız Zangoç Evi’nin sahipleri ve dostlarımız Torun ailesiyle birlikte... Bu fotoğrafı da Ömer Torun çekmişti. Ah o güzelim Aigai...
İklim Değişirken
Campanella, Erasmus ve nice ’feylesof’ birbirine cevaben ne inciler dökmüş saçmıştır etrafa. Birbirlerine ilham olan kuramlar ve öykülerle doludur kültürlerin bellekleri. ”Hiç sevmem ben sonbaharı. Sararmış, kurumuş çürümeye yüz tutan yaprakları, insanı serseme çeviren havasını, karanlık sabahlara uyanmayı hiç sevmem. Her şeyi bana bitişi, sonu hatırlatır, içimi kasvet basar.
12 Eylül 2008
"Oysa küçücük bir dut! Bir dut değiştirdi ölüm fikrimi" diyordu Abbas Kiyarüstemi'nin 'Kirazın Tadı'ndaki tahnitçi...
Her mevsimin getirdiği bir meyve vardı. Yaşam, bereketliydi.
Ama onlar...
Yulaflı Kurabiye
Dün günümün yarısı mutfakta düzinelerce kurabiye pişirerek geçti. Basşta her şey iyiydi, ama İstanbul'da havalar gittikçe ısınıyor, dolayısıyla kurabiye pişirme işi tahmin ettiğimden uzun sürünce sıcaktan bunaldım da bunaldım!
Bu yulaflı kurabiyelerden, daha önceki gün pişirmiştim. Babam beğenmiş; ofise götürmek için bir kez daha yapmamı rica etti. Ben de seve seve kabul ettim. Fakat sorun, bunun ardından "muzlu kurabiye" de denemek istememle ortaya çıktı.
Meyveli Tart
Aslında daha önceden denenmiş ve paylaşılmayı bekleyen birkaç tarif vardı. Geçen hafta, yazarım demiştim; ama dün laptopa format atmak zorunda kaldım. Öncesinde fotoğrafları ftp’ye yükledimse de, ftp programı cd’si bende olmadığı için şimdilik o fotoğraflarıma ulaşamıyorum. Bu arada her geçen gün birkaç işi bir arada yapma konusunda kendimi geliştiriyorum sanırım. ”Ciddi” konularda hâlâ sadece ”bir tek işle ilgilen” usulündeyim.
Çayı Buzlamanın Yanlış Yolu
Tanrı Çin İmparatoru Shen Nung’dan razı olsun... O öyle bahçesinde, çay ağacının altında su kaynattığı kazanının başında yan gelip yatıyor olmasaydı, belki de insanlığın çayı keşfedişi çok daha uzun zaman alacaktı. İstanbul 30C dereceyi bulmuştur bugün herhalde. Gökyüzü parlak, güneşli, deniz sisli görünüyor. ’Küresel ısınma’ diyorlar ya sanırım bu yaz ’küresel buharlaşma’ yaşayacağız! Hayırlısı...
Açık Mektup II
“Hayat insanı sık sık kavşaklara getirip bırakıyor.
Bir kavşakta şu önemlidir:
1. Tercihini kendi bağımsız, özgür, bilinçli iradenle, başkalarının hakkına, hukukuna da saygı içinde mi yapıyorsun...
2. Yoksa, ama gönüllü ama mecburi, zorla, bir başka iradenin boyunduruğu, baskısı, arzusu altında mı tercih yapıyorsun?” Umur Talu, Sabah, 07.05.2008
Açık Mektup I
En son ne zaman yazdığıma dönüp bakamayacak kadar yorgun hissediyorum; bağışlayın. Buluşamadığım Pınarcığım "özledik" deyince, gerçekten benim de özlediğimi farkettim. Çok şey de birikti; ama ne yazacağımı bilemedim. Onun yerine, henüz yüzyüze tanışamadığımız, bir gazeteci dost insana az önce yazdığım e-postayı sizlerle de paylaşmak geldi aklıma. Az buçuk neler yaptığım, ne durumda olduğum hakkında bilgi verir bu mektup size de...
Sakız Reçelime Yer Buldum
Hatırlarsınız ya da belki de hatırlamazsınız. Bir ara bana iki kavanoz sakız reçeli/macunu gelmişti İzmir'den. Ben de onunla ne yaparım diye düşünüyordum. Kendi başına yemesi de çok keyifli, ama öyle iki kavanoz kaşıkla kaşıkla bitmez...
Alfabeli Sobe
Önceki gün, sevgili Pınar beni sobeledi. Ne yalan söyleyeyim, bloglarda gezinirken görüp de özendiğim ilk sobe konusu oldu bu. Ve ”biri de beni sobelese keşkeee” diye geçiriyordum içimden. Pınar duymuş demek içimi :) Alfabedeki harflerin bize neler çağrıştırdığıydu bu sobenin konusu... Keyifle yazdım. Yazarken anılara daldım. Müzikli, yemekli anılar canlandı birer birer... Umarım okuması da size keyifli gelir.
Sosyal Medya Mı Dediniz?
Uzun zamandır dilimin ucuna gelen, kendi kendime söylediğim, bir sefer de Facebook’ta ortaya laf attığım bir konuya rastladım bugün bir blogda. Bahsini geçirdiğim bu yazı yazılalı aylar olmuş gerçi, ancak geçerliliğini olgusal olarak uzun süre koruyacağı da bir gerçek… Yazıyı okumak için buraya tıklayabilirsiniz. Özetin özetini yapacak olursam, kısaca blog yazarlarının firma ürünlerinin etkinliklerine katıldıktan sonra edindikleri tavır, firmaların hediyelerinin temel amacı, bu firmalara...
Çilekli Muffin
Kendi yaptığım şeyleri övmekten hoşlanmam; ama gerçekten çok hoşuma gitti bu muffinler.Anneme tattırdım, o da beğendi. Ayfer şu an iş yerinde; ama o da fotoğraftan beğenip, bir tane ayırttı kendine şimdiden. Geriye beğenisine sunulacak iki kişi kaldı. Nurten ve babam. Onlar da beğenirse tamamdır.Gerçi babam, akşama yemek üzere ayırdığı çileklerini muffin içinde görünce ne kadar sevinecek, bilemiyorum.
Cranberry ve Kayısı Kurulu Kurabiye
Daha önce hiç izlememiştim fırında kurabiyelerin pişmesini. Ne tatlı içten içe kıpırdanışları. Sertleşen, incecik kabuğun altında minik minik fıkırdamaları. Yavaş yavaş kokuların yayılması. Epeydir kurabiye yapmıyordum; evden istek geldi. Evdeki malzemelere bakıp, ilk kez kendi kendime oranlar uydurarak yaptım. Daha doğrusu herhangi bir tarifi okumadan.
Sarışın
Kahvehanelerimiz, çayhanelerimiz vardı eskiden. Hala da var; ama eski tadı yok. En azından benim çocukluğumun adetlerini yaşatanlar oldukça azaldı. Nasıl yerlerdi oralar? Ocağında ’sarışın’ kaynayan kahveler, çayhanelerdi... Şimdilerde ’sarışın’ isteseniz zaten çoğu anlamaz; fakat ”Ihlamur istiyorum” dediğinizde ya ’sallama’ poşet ıhlamur getirirler ya da ”ıhlamurumuz yok, kuşburnu, elma verelim” derler.
Bloomin’ Brilliant Brownies
Bir süre önce yakışıklı aşçımız Jamie Oliver'in sitesinde gördüğüm "Blooming Brillant Brownies" tarifini denemek istiyordum. Ayfer, ameliyat sonrası yirmi gün rapor alıp da evde dinlenmeye başlayınca, arada ziyaretler yaptım ona. O ziyaretlerden biri de, hediye niyetine, bu "brownie"nin bahanesi oldu.
Foça Salısı IX
Nam-ı diğer Banyolar’da, yani Küçük Deniz’de güneş batırma ritüeli tamamlanmıştır. Ritüel ya, ne sandınız? Foçalılar batırır güneşi o kıyıcıkta. Kimisi kumsala, iskelelere oturur, kimisi ağır ağır yürür... Sessizlik zamanda akarken, güneş rengarenk batırılır denize. Bazen de İngiliz Burnu’nun tepeciklerine... Güneşi batıran Foçalılar’ın içi rahattır artık. Vakit de vakit olmuştur hani... Herkes gönlünce, âdetince bir köşecikteki masaya kurulur. Balkonda bir masa olabilir bu.
100 Yıllık Ulusal Egemenlik
İki tarihi, bayram gibi bayram görür, kutlarım. Biri 29 Ekim Cumhuriyet Bayramımızdır. Diğeri de bugün, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramımız’dır. Çocuk, gelecek demektir. Emaneti devredeceklerimiz...
Bununla birlikte 23 Nisan’ın ”Ulusal Egemenlik” bayramı olduğu asla ama asla unutulmaması gereken kısmıdır. Zaten bu kıymeti nedeniyle ”çocuk”lara armağan edilmiştir.
Hatay Meyhanesi’nde
O Perşembe başka bir perşembeydi…Hava nasıl da bulutluydu. Edebiyat fakültesinin kameralandırılmış dar kapısından, Ordu Caddesi’ne adımlarımı döktüm. İstikamet belliydi: Cağaloğlu… Klod Farer’e komşu Piyer Loti’nin taş sokağı… Ve Beyazıt’ın talan edilmiş kaldırımlarında bin bir küfür ile vardım yazıhaneye. Zile dokundum; kapı duvar. Anahtarı yuvasına yerleştirip, açtım kapıyı. İçerde sessizlik. Yine yoktu… Ya hiç gelmemişti o gün ya da yetişememiştim ona. Çaresiz, not bırakıp çıktım.
Meykeş Genler
Mey de gingivit gibi genlerimde olan bir kod galiba. Dişeti ve taşı maruzatı dedemde de varmış, babamda da var, bende de ... Dedem de iyi içermiş, babam da içerdi (ki arada yine içer); ama ben hiç içmedim henüz. (Son içtiğim kiraz likörünü, portakallı votkayı ve çeyrek kadeh “köpek öldüren”i saymazsak tabii... Azıcık canım...)
Meykeşlik
Madem ki bu köşecikte serüvenimize 'mey' ile başladık, o halde evvela 'meyhane'den söz edelim.
Günümüzün 'modern' içkili mekanlarına, haydi diyelim barlarına karşı, bambaşka tarihi ve havasıyla hala ve neyse ki ayakta duran meyhanelerimizden...
Demlenmenin, gamlanmanın, neşelenmenin, 'zerhoşluğun' da adabını yüklenmiş o güzelim mekanları; gittikçe, gördükçe, duydukça ve elbet dilim döndüğünce anlatacağım.
Ateş Parçası
Küçük bir çadır tiyatrosunun şarkıcısı, baş tacıdır Azize.
Doğallığı ve güzelliği ile herkesi büyüler. Şen şakrak tabiatıyla, neş'e saçar.
Fakir, ama mutlu insanlardandır.
Küçük tiyatronun, küçük insanlarının küçük mutluluklarıyla sürdürür yaşamını.
Kentin başka bir köşesinde, ülkenin tanınmış sanayicilerinden birinin sosyetik veliahtı, Tarık yaşar.
Bahar, Balkan ve Çiçekler
Hangi çiçekleri seversin, deseler, üç çiçek sıralarım: Çiğdem, hüsnüyusuf ve mimoza... Üçü de baharı, neş'eyi ve hüznü anımsatır aynı anda. Neş'e ve hüzün, Balkanlar'ı... Balkanlar, baharı... Döngüdür benim için...
Kakaolu ve Karamelli Kurabiye
Geçtiğimiz günlerde Cafe Fernando'da Cenk, insanı görüntüsüyle "bayıltabilecek" kurabiyelerinin tarifini yayımladı. Ben de geri kalmak istemedim ve biran önce bu kurabiyeleri denemek için fırsat kolladım.1 Ocak günü yine yollara düşüyoruz. İki gece üç günlük bir kaçamak. Hiçbir aksilik olmazsa çok sevgili cicim Pınar ve eşi de aynı yerde tatil yapıyor olacak. Yani beraber olacağız. Dün, günümü seyahat çantamızı hazırlamaya ve bilet işlerini halletmeye ayırmıştım. Ne olduysa oldu
Sana Uzun Bize Kısa
Onuncu doğum gününe bir hafta kalmışken, sandıktan çıkan:
Ocak 2018...
-Anne, 10 yaşıma az kaldı, di’ mi?
-Daha üç sene var Ege.
-Neee? Üççç sene mi?
Unutamamak
Daha önce de bahsetmiştim. Üniversiteye başladığım yıl, okulda beni en şaşırtan şey, Hergele’deki ”Unutmadık”, ”Ölümsüzdür”, ”Onurumuzdur” yazılı afişlerdi. Afişlerde genç adam yüzleri. Tarihler... ”Devrimci”ydi çoğu. Sol ya da sağ fark etmeksizin, çeşitli ”devrim”ler uğruna yegâne varlığı, canını kaybetmiş çok sayıda genç insan...
Yağmur
Çarşamba günü yağmur indi İstanbul'un üzerine. Yüzü gözü yıkandı, yeşilleri canlandı, ferahladı biraz güzelim. Hanidir yağmurda yürümedimdi ben de... Fırsat bildim; 13.00 civarı kot, kapişonlu sweatshirt ve spor papuç triosuyla Cadde'ye yürümeye çıktım.
Eski Foça, Günbatımında Kalsa
Eski Foça… O güzel beldeye, bir Mayıs sonu ilk girişimi unutmam mümkün olmayacak sanırım. Ana yoldan kopup, bakımsız da olsa, antik çağdan ve daha yakın tarihten kalma eserler ve büyülü kayalar arasında kıvrılan yol, bir tepeden aşağı Foça’ya vardığında, muhteşem bir manzara belirir. O tepeden bakıldığında, Foça, “Yeryüzü cenneti dedikleri bu olsa gerek” dedirtir gezginlere.
İnsanın Kültürel Evriminde Çocukluğun Anlamı III
toplum ve insan
13-03-2020
Kültür, insandan insana kalıtım yoluyla geçmez. Kültür, öğrenilerek kuşaktan kuşağa aktarılır. Bu yönüyle baktığımızda insanın bebeklik ve çocukluk evreleri öğrenmenin başladığı, yani kültürel aktarımın zemininde yer alan evredir. Kültür aktarımı, kültürün öğrenilmesinin ilk adımı olan çocukluk bu yönüyle antropolojinin önemli konularından biri olarak düşünülebilir.
İnsanın Kültürel Evriminde Çocukluğun Anlamı IV
toplum ve insan
20-03-2020
İnsanın biyolojik evrimi milyonlarca yılı kapsayan ve kısıtlı sayıda fosil kayıtla bize veri sunan bir alandır. İnsanın kültürel evrimi de elbette bu milyonlarca yılın birikimi ile eş zamanlı ilerlemiştir denebilir. Ancak “kültür”ün ne zaman başladığı sorusuna vereceğimiz yanıt da bu düşünce yöntemimizde etkili olacaktır. Hatta kültürü sadece yaşamak için gerekli eylemlerin öğrenilerek aktarılması olarak kısıtlı bir çerçevede mi ifade ediyoruz..
Fado ve Saudade
Bir şal, iki gitar, ses ve yürekten gelen duygular…
Portekiz’in bir tür ‘halk şarkısı’ diyebileceğimiz fadonun malzemeleri bunlardan oluşurmuş. Tüm Balkan müzikleri ve Romanya’nın “Edith Piaf”ı sayılan Maria Tănase’den sonra, beni derinden etkileyen müzik türlerinin başında gelir fado. İlk kez, bundan dört sene önce tanıştığım bu müzik türü, daha önceleri hiçbir merakım olmamasına karşın, Portekiz’i...
İyi Günde Kötü Günde
Aşk, heyecan, sevgi, evlilik, sürtüşme, ihanet, boşanma, özlem, affetme… Adına ‘ilişki’ dediğimiz; yaşamımızın sadece ‘bir’ parçası olmasını arzu ettiğimiz ama aslında yaşamın bütünselliğine yayılan duygu alışverişinin halleri… İnsan halleri… Geçtiğimiz cumartesi (13 Şubat 2010) akşamı, altı arkadaşımızla gittiğimiz oyunun malzemeleri bunlardı.
Vişneli Kek I
Mutfağımızın bir kapısı olsaydı, bir tabela asardım: ”Cafe Fernando Deneme Mutfağı”... Son zamanlarda, evdeki onca yemek kitabı raflarda tozlana dursun, dönüp dönüp Cenk’in tariflerini deniyorum. Neyse ki şu aralar yeni tarifler eklenmiyor da ben eskilere vakit ayırabiliyorum.
Pencere
Pencereleri, geniş pencereleri, pencere önlerini hep sevmişimdir. Yağmur yağar, ben pencereye koşarım. Rüzgâr çıkar, yine pencereye... Damlaların cama vuruşunu, ağaç dallarının sallanışını ve dalgaların oynaşmasını izlemeye. Dışarıya baktığında ne gördüğün çok önemliymiş; yeni yeni ayırdına varıyorum. Denizi ve ağaçları göremediğimden beri...
Marbré / Mermer Kek
Gece keklerimiz bir aile geleneğimiz oldu. Tatlı krizimizi, fazla bulaşık yıkamaya neden olmadan çözümleyen kurtarıcımız… Son zamanlarda en sık yaptığımız, kakaolu baton kek. Hanidiyse altı aydır, ufak tefek değişiklikler dışında –ki onlar da mutlaka Cenk’in, Cafe Fernando’nun tarifleri oluyor- bu keki yapıp, yiyoruz. Aman ne kek! Yapımı çok basit, bir o kadar da lezzetli. (Küçük bir itiraf gerekiyor: Aslında bu keki o kadar sevmemizin nedeni...
Kapadokya
Uzun süredir yazmayı isteyip, ertelediğim bir geziden bahsetmenin vaktidir artık. Geçtiğimiz sene, 23-26 Kasım 2009’da gerçekleştirdiğimiz üç günlük Kapadokya gezisi… Böylesi turist çeken bir yöreyi ziyaret etmek için bayram üstünün sakin günlerinden daha iyi bir zaman olamazdı!
Kapadokya′da 1. Gün
İstanbul’dan çıkıp, Orta Anadolu’ya doğru yol aldığım ilk gezi… Kapadokya gezisi… Daha karasal bir iklimde soluk almışlığım yoktu öncesinde. Bu bir ilk. Gece boyu tanıdık beldelerde süren yolculuk, günün yavaştan ağarmasıyla yepyeni bir coğrafya sundu bana: Tuz Gölü… Göl kıyısı boyunca ilerleyen yol Aksaray’a bağlandığında, tüm ihtişamıyla Hasan Dağı karşılıyordu günün bu ilk yolcularını.
Greyfurtlu Kek
Kurabiyeyi, pastayı, sütlü tatlıları terk ettik sanki… Mutfak tezgâhımızda sıklıkla bir kek konaklıyor –tabii çok kısa süreli olarak! Kakaolu, mermer, vişneli… Son yaptığım kek ise greyfurtluydu. Vahiy gelip de greyfurtlu kek yapmış değilim. Hanidiyse bir aydır buzdolabında bekleyen üç iri organik greyfurtumuz vardı. Nasıl oldular da bozulmadan ve lezzetlerinden bir şey kaybetmeden bu kadar süre dayandılar, bilmiyorum.
Veda
Sinemaya giderken izleyeceğim filmden ya da evde izlemek için aldığım dvdlerden herhangi bir beklentim olmadan izlemeye başlarım. Çoğu çoğu tanıdığım oyuncular varsa, onların filme kattıklarını merak ederim. Belki hayata bakışla da ilgili bir durum bu… Tanımadığım, görmediğim, daha önce duymadığım şeylere ve kişilere karşı olumlu ya da olumsuz beklenti içerisinde olmamak…
Kapadokya′da 2. Gün
İkinci gün gezi rotamızda ilk durağımız Göreme Açıkhava Müzesi’ydi. Rehberimiz Ali, sabah 08.15’te bizi otelden alacağını bildirmişti. Bu nedenle hazırlanıp, kahvaltı yapabilmek için hepimiz erken uyanmayı tercih ettik.Hazırlanıp lobiye indiğimizde bizi bir sürpriz bekliyordu: muhteşem bir Göreme manzarası!
Yeditepe Öyküleri
“Abidin Dino, Bir Dünya”, geçtiğimiz yıllarda, Sakıp Sabancı Müzesi’nde en severek gezdiğim sergi olmuştu. Etkileyici bir yaşam öyküsü ve muhteşem desenler. Hele hele, Melih Cevdet Anday’ın o çok sevdiğim “Rahatı Kaçan Ağaç” şiiriyle aynı adı taşıyan kitabının kapağına, Dino’nun yaptığı çizime aşık olmuştum.
Kapadokya′da 3. Gün
Kapadokya’da son sabahımızın sürprizine doğrusu hazırlıksız yakalanmıştık. Kalan birkaç durağı gezerek İstanbul’a dönüşe geçecektik ve önceki günden daha erkenden kalkmıştık. Kahvaltı öncesinde lobiye indiğimizde otelin az uzağında Kapadokya’nın meşhur balonlarının havalandığını gördük!
İzmir, Yeniden
İzmir’de dört gün daha geçirdik. Dolu dolu yaşanan dört gün. Gezimiz 18-21 Mart günleri arasında gerçekleşti. Yola çıkış bahanemiz,aile dostumuzun oğlunun evleniyor oluşuydu. Düğün 20 Mart Cumartesi günüydü; ama bir etkinlik için İzmir’e tek günlük gidiş olmazdı.Feridun, dört günlük bir gezi süresi belirledi. Bana da bu sürenin güzergâhını belirlemek düştü.
Selçuk, Efes, Şirince
Sabah kahvaltısında bizi bir sürpriz beklediğinden söz etmiştim en son, değil mi? Bizim gibi gezmeyi ve de iyi şeyler yemeyi seven insanlar için geziler bazen kâbusa dönüşebiliyor. Fakat ummadık anda karşılaşılan lezzetler de tüm olumsuzlukları unutturabiliyor. Kahvaltıda otelin büfesinde gördüğümüz, fırından yeni çıkmış, buram buram tereyağı kokan mini kruvasanları görünce hanidiyse eski bir dostu görmüş kadar sevindik! Kokusu öylesine davetkârdı ki.
Foça′dan Urla′ya
...Beyefendiye hayırlı günler dileyip; acilen Küçük Deniz Sahilimize koştuk! Oh! Dünya varmış! Açık deniz, arnavut kaldırımları, yolun hemen kenarındaki kumsal, küçük pub, dondurmacımız… Her şey ve herkes yerli yerinde! Tansaş’ın önünden geçerken bizim Delfin’in kaptanı Fazlı ağabeyin miçosuna bile rastladık! Tek bir akşam oturduğumuz barın sahibi genç adam bizi hemen tanıdı. Birer orta kahve içip, Foça’nın sesini dinledik.
İnsanın Kültürel Evriminde Çocukluğun Anlamı V
toplum ve insan
27-03-2020
İnsan toplulukları gerek çağlara gerekse coğrafyaya göre değerlendirildiğinde, her birinin tekil niteliğini kabul etmek gerekecektir. Ancak bu bazı temel özelliklerin olmadığı anlamına gelmez. Her ne kadar genel geçer tanımlamalar antropoloji için öncelikli arayış konuları değilse de insan topluluklarının farklılaşmaları kadar benzerlikleri de inceleme alanına girmektedir.
Baharda Pazar
şehrim İstanbul
06-05-2010
Baharda pazar bir başka...
Uzun zamandır pazara gitmiyordum. Geçtiğimiz günlerde uzaklardan bir arkadaşın mektubu ve Sinan Dirlik'in bahar sebzelerine dair yazısı, beni yeniden pazara gönderdi. Bu öğlen, annemle buluştuk ve Erenköy'deki Perşembe pazarına gittik.
İngiliz Burnu
Foça’da gezilecek o kadar çok doğal güzellik var ki! Daha sadece kıyısından geçip, uzağından gördüğümüz, keşfedilmeyi bekleyen, mis gibi bitki örtüsünün yamacına sıralanmış koylar, yollar… Adını pek sevdiğim o “Mersinaki” koyları hele… Geçtiğimiz Mayıs ayındaki Foça seferimizde sevgili Nurdan ve Turgay, sağ olsunlar, bizi bu yakından göremediklerimizden birine, İngiliz Burnu’na götürdü.
Arda Kalan
Sabah uyanıp, pencereyi açtım. Denizin kokusu ve serçelerin sesi doldu odama. Pencereyi dün açtığımda aynıydı durum. Deniz kokusu ve sesler. Oysa deniz aynı deniz değil hiçbir gün. Damlalar sürekli yer değiştiriyor. Gökyüzünün katmanlarına karışıyor su, sonra başka başka iniyor yer yüzüne. Bu sabah duyduğum kuş sesi ile dünkü aynı gibi, fakat belki de dün öten serçelerden biri bugün bir kuytuda ölü, çürümekte.
Deniz Börülcesi
Yaklaşık on iki gün önce, Erenköy’ün Perşembe pazarına gidip, deniz börülcesi aldığımı söylemiştim. Sadece deniz börülcesi mi? Taze çalı fasulye, iç bakla, enginar, bu bahar yediğim en taze semizotları, sakız kabakları, taze sarımsaklar… Ertesi akşam cicim Pınar, eşi Ertuğrul ve kızları Duru, bize yemeğe gelmişlerdi. Çeşitli zeytinyağlı yemeklerin yanında hepimizin çok sevdiği bu deniz börülcesi, soframızın merkezindeydi.
Un Helvası İçin Son Çağrı
Evet evet! Hazır yaza girmeden İstanbul biraz serinlemişken, un helvası yapmak için son fırsatı değerlendirin derim. Pazar günü öğleden sonra o sıcak havada yaptım; helva kadar kavruldum diyebilirim! Mutfak bazen acı verici olabiliyor. Zorun neydi derseniz, Cuma günü Afyon kaymağı almıştım. Ancak Feridun, cicimin Ertuğrul’la Yenice Ormanları’na kampa gitmişti. Yaklaşık 200 gram kaymağı tek başıma bitirebilmem söz konusu değildi...
Pekmezli Kurabiye
Bir sene önce, tam da nikâh tarihime beş gün kala, annemin babamın evinde son bir kurabiye yaptımdı. Babacığım, o kurabiyeyi özel sipariş etmişti. Hafiften şekeri yükselmişti o ara. Kendi kendine bir diyet programına girmişti ve beslenmesine dikkat etmeye başlamıştı. Hamurlu, bol şekerli tatlılardan ve beyaz ekmekten elini çekmişti. Şekersiz kurabiye yapıp yapamayacağımı sormuştu. O zamanlar kitaplığımın rafında Arzu ve Ülfet Aygen’in “Beyaz Unsuz Şekersiz Hamur İşleri” kitabı vardı; ama...
Ballıkayalar Kanyonu - Trekking
Pazar günü, yani dün, Feridun beni sürpriz bir geziye götürdü. Günübirlik trekking turu. Daha önce bahsetmiştim; kendisi iki hafta kadar oluyor, Karabük tarafındaki Yenice Ormanları’na kampa gitmişti Ertuğrul’la… Uzun yürüyüş ve doğa deneyiminden memnun kaldı. Bu hafta da bana bu aktiviteyi yaşatmak istemiş. Tamzara Tur’un en yakın tarihli trekking turunu seçmiş. O da Ballıkayalar Kanyonu.
Bizim Ege′den Hepinize Merhaba
Yazmanın vakti mi geldi acaba? Herhalde geldi… Hanidir, bir yandan sıcağı boğan nemin verdiği bunaltıyla bir yandan da aniden gelen kalıcı misafirimizin getirdiği geçici bulantıyla mücadele halindeydim. Hangi kulüpten olduğu kesinleşmeden yazmayı düşünmüyordum, ama arada yorumlarda lafı geçti; bahsetmek şart oldu. Bu satırların yazarı, her şey yolunda giderse 2011’in şubat ayında anne olacak.
Atlas Gibi
Atlas gibiyim… Evimde, rahat rahat oturduğum koltuğumda, Zeus’un lanetine ‘mazhar olmuş’ Atlas gibiyim… Dünya mı ağırlaştı, ben mi zayıfladım? Güç geliyor taşıması. Bu yükle nasıl soluklanır ki can? Hadi canım… Düpedüz şımarıklık bu benimkisi. Ateş hattında, yük altında, insanlığın unutulduğu topraklarda insan olduğunu anlayamadan nefes alan milyonlar var. Ezilen, yok sayılan, yok edilen, budanan insanlar.
Bin Yıllık Yolculuğun Yolcuları
‘Dünya vatandaşı’ deriz biz onlara ya, ne çok isimle anılırlar oysa… Mutruf, Kareçi, Gurbet, Dom, Lom, Gitano, Gypsy, Zingarelle, Romen, Çingen…
Yola nereden başladıkları tam bilinmez.
Hindistan, Pakistan dolaylarından, İsa’dan sonra ilk bininci yılda koptukları da söylenir; eski Mısır halklarından olduklarına inananlar da vardır.
Vişneli Kek II
Bilmem ki anımsar mısınız? Anımsamazsanız da buraya tıklarsınız; geçtiğimiz Şubat ayında Cenk’in vişneli kek tarifini denemiştim. Ancak mevsim, taze vişne kullanmaya müsait değildi ve ben de dondurulmuş vişneleri süzmeden kullandığım için tam kıvamında bir sonuç elde edememiştim. O zamanlardan niyetlenmiştim vişne mevsiminde tazesiyle bu keki denemeye. Aradan aylar geçti, içime Ege yerleşti, bulantılar başladı. Yaşam durur mu?
Lodos
Tatlı bir sonbahar günüydü bugün. Bunu biraz da lodosa borçluyuz, bence. Sisi dağıttı, havanın altından girdi üstünden çıktı, denizi şehre sindirdi iyiden iyiye. Baş ağrısı da mı getirdi? Varsın olsun. İstanbul’un baş ağrısı bu, geçer gider. Lodosun manzarası da âlâdır, kokusu da... Çocukluğumdan beri, lodosun ilk esintileri başladığında, eğer gece ise, penceremden adaların pır pır yanan ışıklarını seyretmeyi pek severim.
Durumun Vaziyeti
Günler geçti. Neler neler yapmadık ki? Uzun uzun anlatmaya kalksam, sıkıcı bir yazı hâline gelebilir bu girişimim. O yüzden madde madde özet geçeceğim. Sonra da bir niyet ilânında bulunacağım ki dileğimdir, gerçekleştirebileyim. Geçtiğimiz Ağustos ayının sonunda bir kez daha Tuluyhan Uğurlu ile buluştuk. Bu buluşma, Sirkeci Garı’ndaki Oreint Ekspres Bekleme Salonu’ndaki konser sayesinde oldu. Yine harika bir konserdi.
Heykelin Dediği
şehrim İstanbul
17-07-2011
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne adımımı attım; kendimi Tarihi Yarımada’nın ruhuna kattım.
Tahminimce, dünyanın neresine gidersem gideyim ve hatta öyle ki, vakti gelip de ‘öteki taraf’a bile geçsem, şüphesiz burnumda tütecek iki yerden ilki, o binlerce yıllık şehrin sonsuz güzellikteki semti olacaktır. Aşağıda okuyacağınız metin, üniversite yıllarımdaki sayısız Arkeoloji Müzesi ‘gezinti’lerimden birinde, öylesine kaleme alınmıştır. Kendini arayan ruhun, müzede şifasını bulma umudu
Unutmadık Da
On sekiz sene...
Uğur Mumcu'nun 'faili meçhul (!) bir cinayetle yaşamının son bulmasından' sonraki on sekizinci sene...
O sene doğanlar, bu yılın sonunda belki içki satın alma hakkına değil, ama helalinden silah ruhsatı alma hakkına sahip olacaklar yakında mesela...
Unutmadık...
Da...
Ne oldu?
Ege Bey Geldi
Uzun sandığımız bekleme süreci nihayete erdi. Oğlumuz Ege, 29 Ocak 2011, cumartesi günü Op. Dr. Öner Aksu tarafından dünyaya getirildi. Son ayımız biraz sıkıntılı geçmişti. Erken plasenta eskimesi nedeniyle biraz telaşlanmıştık. Öner bey, hiçbir şeyi riske atmadan, Ege’yi sezaryenle aramıza katmaya karar verdiğinde bir parça üzülsek de epidural anesteziyle tamamlanan operasyonumuz çok başarılı geçti ve açıkçası çok da memnun kaldım.
Kuru Meyveli Kurabiye
Ne kadar zaman önceydi tam anımsayamıyorum. Bir ara yemek blogumu, sağlıklı besinlerden bahsedeceğim bir alana dönüştürmeye karar vermiştim. Sonra bu kararın üzerinde fazla duramadım. Tatlı sever yanım ağır basmıştı zahir. Yine epeyce bir zaman önce de sevgili Tijen İnaltong’la bir yorum/sohbetimiz olmuştu. Çocukların rafine şekerden uzak beslenmesine dair. Tijen, ısrarla savunuyordu, rafine şekersiz bir hayat kurulması gerektiği konusunu...
Sığırcık Kanadında Gelen
şehrim İstanbul
17-03-2011
Günün erken saatlerinde başlıyorlar. Güneş, emekli maaşına zam gibi belli belirsiz değerken yer yüzüne, onlar, hiç başka işleri yokmuş gibi şakımaya koyuluyorlar. Çok fenalar canım bu sığırcıklar! Şarkıları baharı müjdelerken, adamı baştan çıkartıyor. Ağır tahrikle sokağa davet ediyor. Tamam, yaşam sokaklarda; ama çıkan var, çıkamayan var…
Baharı, sokağı geçtim de bu sığırcıklar en çok Nuruosmaniye Çarşısı’nı, Piyer Loti Sokağı’nı, işte bildiğiniz Sultanahmet’i düşürüyor aklıma.
Evde Bahar, Mutfakta Zen
Bu gece balkonda ne görsem beğenirsiniz? Hani şu baharda yeşilken yaz ortasından sonra kahverengiye dönen, az biraz uçucu, konduğu yere pat diye düşen mevsim böcekleri vardır ya, işte ondan gördüm! Bu da demek oluyor ki soğuklar son demlerini sürmekte, bahar dayandı kapıya. Öyle yalancı sıcaklar değil, bildiğimiz bahar çıtırtısını duyumsamaya az kaldı. Böyle zamanlarda vazomu ödüllendirmeyi pek seviyorum.
Anadolu Poğaça
Oturan tarifleri seviyorum. Bu da cümle mi yani şimdi? Oturan tarifleri seviyormuşmuş. Fakat bugün yaptığım poğaçayı yerken, bu cümleyi kurdum içimden. Belki de doğrusu şöyle olmalıydı: “Bir tarifi oturtmayı seviyorum.” Olabilir. O zaman yeniden başlayalım. Bir tarifi oturtmayı seviyorum. Çünkü o zaman iç rahatlığıyla paylaşabiliyorum. Özellikle de bir biçimde kendi uydurduğum bir tarifse ya da revize ettiğim bir tarifse mutlaka birkaç kere denemiş olmam gerekiyor...
Durum Ciddi
Durum ciddi... Şaka şaka! Şu sıra kamplaşmalık yeni konumuz, verilerimizi Whatsapp üzerinden Facebook’un iştiraklerinin kullanımına açıp, açmayacağımız. ”Açmazsanız, Whatsapp hizmetinizi durduracağız, üzgünüz canım” demişler. Ticarette -ve evrende- alma verme dengesi miydi o konu?
Ege′yle Ege′ye
Ege bey üç ayını devirdi, bizde de gezme genleri dizginlenemez hale geldi. Aslında bir bebekle yolculuk, gezmek zor iş değil; ancak ilk üç ayı –bence- onun bu yeni dünyaya alışmasına ayırmakta fayda var. Ancak diyelim ki bahar sonu, yaz başı doğsaydı Ege, bekleyebilecek miydik o üç aylık süreyi bilemiyorum.Neyse bilinmezlikler hakkında yorum yapmaya gerek yok. Önümüze bakalım.
Martılar ve Anılar
şehrim İstanbul
14-07-2011
Bu sabah erkenden uyandım. Gerçi hanidir gün erken başlıyor bana.
Okul yıllarından kalma ‘erken’ sabahlara benzemiyor bu sabahlar. O vakitler, yetişme telaşesiyle başlardı gün. İlkokul, lise yıllarının sabahlarını hele hiç saymıyorum. Bin bir söylenme ile yola düşerdim. Fakat üniversite yıllarımın gün başlangıçlarını özlemiyor değilim.
O cânım ‘mahalleme’, Sultanahmet’e karşı doğan güneşle, yolculuk etmek vapurda… Sonraları ‘yorgunluk’ beni deniz otobüslerine alıştırsa da varılacak...
Tarihin Tatlı Yanı ve Çikolatalı Trüf
Çikolatalı trüf, sanırım ki pek çok amatör mutfak meraklısının en az bir kez denediği ve eğer bir kez denediyse kolay kolay vazgeçemediği bir ürün. Yerli ve yabancı pek çok blogda birer tarife rastlamak mümkün; bağımlılarına da denk gelebilirsiniz. Yapılışının görece kolaylığı ve çeşitliliğe açık, esnek yapısı hanidiyse ‘herkesin mutlaka beğeneceği’ bir şey yaratmaya olanak sağlıyor.
Karamelize Soğanlı, İstiridye Mantarlı Bavette
Çocukken ne zaman ateşlensem, babamın ateş düşürücü bir formülü vardı benim için: Sirkeli suya kırılmış aspirinle eklem yerlerini ovalamak. İşkembe çorbası gibi! Tıbbi olarak geçerliliği olduğunu sanmıyorum. Referans almayınız. Ve ne zaman öksürüklü bir hastalığa yakalansam, karabiberli süt içirmeye çalışırdı. Bir keresinde de başarmıştı! ‘Sonsuz’ (!) sevmemiştim!
Oruç?
Bizim 'tatlısu müminleri' rahat oruç tutmak için "tok tutan hap" arayışına girmişken, Kenya'daki mülteci kampına sığınan 'ebedi aç' Somalililer'in 'ibadet' için oruç tutması ironik mi, yoksa trajik mi?
Histeri ve Katarsis
Bilgi çağı lafı hepten yalandı. Hepi topu ‘enformasyon çağı’nı yaşamaktaydık ya, nereden bilelim devirlerin en histeriğine girdiğimizi? Birileri meydanlarda, dağlarda ya da ovalarda birbirine “kan kan kan” diye bağırırken, kimileri de kuytularda “para para para” diye sayıklamakta. Halimizin nicedir özeti budur velev ki bu olsun, onca acıyı göğüslemiş, onca ölüleri saymış, onca kemikleri toplamış insanlarız...
Uzun Yoldan Geldi
Küçük, iyiden iyiye küçük bir çocuktum bu resimli sözlüğün bir kopyası bana ilk geldiğinde. Yüzünü hayal meyal anımsadığım, adı Barış olan bir komşumuz hediye etmişti. Adını hiç unutmadım, çünkü ilk kez Barış adlı bir kadın tanımıştım. Sanki Barış hep ve sadece erkek olabilirdi. Oysa ne de yakışıyor kadına Barış/barış…
Bir zaman sonra benden çıktı gitti sözlük. Kime gittiğini bile unuttum… Seneler geçti. Ne kitaplar aldım, ne sözlükler gördüm, ama o sözlük çıkmadı aklımdan. Nasıl çıksın?
Ege, Aigai′de
Foça günlükleri masal oldu, değil mi? Olmadı. Şimdi tablet tablet, kaldığımız yerden devam! Bu Mayıs gezisi peşine bir de Eylül’de gittik Foça’ya. Daha Ege beyin deniz maceraları var. Sonra iki Foça arası Ankara ve Anıtkabir gezisi. Üstelik Kasım başında yaptığımız bir de Antep gezisi var. Haydi bakalım şimdi hepsine hızla değinelim. Ama tablet tablet…
Kyme′den Kime Ne?
Kyme antik kenti ve limanı, günümüzde demir-çelik üretim tesisleri, LPG dolum tesisleri, kömür kırma-eleme, depolama alanları arasına sıkıştırılmış durumda. Kazılar başladığından bu yana 1. derecede sit alanı olan Kyme, kademe kademe 2. ve 3. derece sit alanına çevrilmiş. Bölgedeki ağır sanayi tesislerinin yararttığı cüruf örtüsü altında kalmış Kyme’nin büyük bölümü.
Yaratmak İçin Devirmek
Bu ay sonunda iki buçuk yaşında olacak Ege. Anlamlı sesler çıkartmaya başladığından beri dudakları ortada sabit, iki yana oynatarak “bır bır bır bır” konuşur durur. Ki bu da yaklaşık altı aylık olduğu döneme denk geliyor. Yani nereden bakarsak iki senedir konuşma çalışması içerisinde Ege. Ancak iletişim kurabilecek düzeyde konuşma işini ikinci yaşının başında başardı. Son bir aydır bazen kendimi kaptırıp onu dinliyorum.
365 + 2
...Zamanın ne kadar hızlı geçtiğini, bir bebek sahibi olmadan gerçekten anlamak mümkün değilmiş gibi görünüyor bana şimdilerde. Önümde büyüyen, gelişen, inanılmaz süratle aşamalar atlayan bir canlı, biraz da geri sayımda olduğumu fısıldıyor her gün. Onun için henüz hep ilerisi varken, bir sonraki gün onun sayesinde bana da merak doluyken; benim için geçmişe daha sık yolculuk ettiğim günler başladı sanki.
Tulum, Limon ve Altın Su
Doğaçlama yemekler için şans yarı yarıya. Ya tutar ya tutmaz. Ya uyar ya uymaz. Birkaç bilgiyi, önceden okunmuşu, duyulmuşu bir araya getirmek de aynı ayardır. Sonuç ya bir kenara not edilir ya da sonsuza dek unutulur, bir daha konuşulmaz o konu hiç! Bu akşamki yemeğimizin eşlikçisi makarnaydı. Acaba makarnayı bu akşam nasıl yapsam, derken, elim bir iki malzemeye gitti doğaçlama...
Sevdalanmaya Gidiyormuşum Meğer
"Sevdalanmaya gidiyormuşum meğer..."
Böyle başlıyordu 'Raziye'nin romanı Melih Cevdet Anday'ın usta kaleminde. Ve ben 2002'nin Kasım'ında aldığım bu kitabı, sırf bu cümle yüzünden, aylar boyu okuyamamıştım.
"Sevdalanmaya gidiyormuşum meğer..."
Nasıl bir cümleydi ki bu beni içine çekiyordu; bambaşka hülyalara daldırıyordu da paragrafın gerisi bir türlü gelemiyordu?
Gün Gelir Birileri Anımsar Bizi
“Serin bir su şırıldar elma yüklü dallar
arasında, güller gölgeler her yanı
ve ürperen yapraklardan aşağı
büyülü bir uyku iner.”
Sappho
Selam Barış
Barış Manço benim için, bu memlekette doğmuş en özel insanlardan biri. Benim için demek bir parça gülünç gerçi. Bir kuşağın gençliğini paylaştığı, bir kuşağı büyüten, büyük olasılıkla özel ilişkiler yaşamış olanların dışında kimsenin pek aleyhinde bir şey söyleyemeyeceği ışıltılı bir yüzdü Manço. O yüzden –abartısız- milyonlar için çok özel bir isim.
Urfa Antep, Dünyayı Gezmek
Biz Antep’e gittik.
Ta 1 Kasım 2011’de.
Sabah erkenden gittik hem de.
3 Kasım’da da döndük.
Bahsetmedim, değil mi?
Ayıp bana. Ama biz Antep’e gittik. Bir buçuk dolu gün Antep’i dolaştık. Bir gündüzümüzü de Antep-Urfa sınırındaki (ancak Urfa’ya bağlı olan) Halfeti’ye ayırdık. Bazen zorlandık, anlaşamadık, yorulduk, fakat eve döndüğümüzde değişik yerler görmüş olmanın mutluluğu vardı içimizde.
Anadolu Evleri
Anadolu Evleri, Antep’te konakladığımız otelin adı. Sahibi Timur Schindel. Antepli değil Timur bey. Çok gezmiş, görmüş, Antep’i ve şu an sahibi olduğu “evleri” görünce hayalindeki projeyi başlatmaya karar vermiş bir Yörük-Amerikan. Boş, unutulmuş, harap durumda iki ev ve daha sonra bunlara eklenen iki ev daha… Konak demek daha doğru. Yöresel mimari ve evlerin orijinal halleri göz önünde tutularak uzun bir restorasyon sürecinden geçmiş Anadolu Evleri.
Fırında Portakallı Barbun
Balık, balık olalı, böyle tezahürat görmedi bizim evde. Daha önce içlerine soğan ve limon doldurup, fırınladığım levrekler de oldu, tavasını yaptığım barbunlar da… Fakat söylüyorum, bu yemek şahane oldu! Balık seviyorsanız, bir kez deneyin derim. Balık sevmiyorsanız da deneyin! Belki de sevmemenizin nedeni bugüne dek alelacele kızartılıp kurutulmuş ya da özensiz malzemelerle buğulanmış, velhasıl yanlış pişmiş balıklar yemiş olmanızdır.
Kültür Yolu
Antep’e giderken biraz fazla beklenti içinde olduğumuzu, merak yüklendiğimizi söylemiştim. Bu önden kurulmuş duygu hali, şehre ilk girişimizde, bir parça, beklentimizin çok olduğu fikriyle yer değiştirdi. Hatırlıyorum da, Kapadokya’ya giderken büyük bir ‘cehalet’ neticesi, hiçbir beklentimiz olmadan, bir küçük kasaba etrafında peri bacaları göreceğimizi sanarak yola çıkmıştık. Daha Ihlara Vadisi başında çok büyük bir yanılgıda olduğumuzu anlamıştık...
Tahmis Kahvehanesi
Dün Kültür Yolu’ndan bahsederken, Gaziantep’in, kendine dair en çok doküman sunan şehir olduğunu söylemiştim. Yazının sonu o sözünü ettiğim dokümanları nereden topladığıma dayandı. Tabii bu işin ‘lafügüzaf’ yanı… Kitapçıkları aldığım yer orası olmasaydı bile illa ki bahsedecektim Tarihi Tahmis Kahvehanesi’nden. Kaçarı yok. Tarihi Tahmis Kahvehanesi ta 16. yy’de inşa edilmiş.
Tanıştığımıza Memnun Oldum
2010 senesinin Temmuz ayı idi. Sürpriz bir Foça gezisiydi. Plansız. Daha doğrusu değişmiş bir plan. Trabzon, Ayder gezecekken, yine Foça’ya düşmüştü yolumuz. Bir süredir yazışarak sürdürdüğümüz tanışlığı, yüzyüze tanışmışlığa çevirmek üzere sözleşmiştik. Foça’ya vardığımızda telefon ettim. Biz geldik, akşamüstü görüşürüz, demek için. “Bir şeye ihtiyacınız olursa, mutlaka arayın!” dedi. Hamile olduğumu biliyordu.
İyi ki Doğdun Moskof Taife
Dün rahmetli babaannemin doğumgünüydü.
10 Şubat 1927.
Türkiye’de Cumhuriyet devrimi yaşanırken o başka toprakların devrimi üzerine doğmuş, çarşafı bilmemiş, bazen eşarp takmış da olsa “başı açık”, yeni dünyaya meraklı, sinemayı seven, sonra sonra televizyona alışan, lüksü seven, hareketli, heyecanlı, tezcanlı, biraz sağı solu belli olmayan, dedikoduda pek zarar görmeyen, enfes burma baklava ve su böreği açan, balık etli, ufak tefek, sarı tombul bir Of – Moskof meleziydi o.
Ayvalık Loru Anısına
Peyniri severim. Her çeşidi denerim; ancak türünün iyisi olması şartıyla. Kireç gibi beyaz peynir, kayış gibi uzayan eski peynirler, karaktersiz tatlar ‘maksat peynir olsun’ diye girmez mideme. Keçi ve koyun sütüyle yapılmış keskin eski kaşar her zaman listemde ilk sırada duracak olsa da taze peynirler konusunda fikrimin değiştiği bir dönemimdeyim. Lor peyniri ülkemizde bilinen taze peynirlerin başında geliyor.
Ölüm Raporu
Ölene ne acı soğuk var ne kavruk sıcak.
Ama mercimek de yok, badem de…
Ölenin ancak raporu var “öldü” diye, elinde.
Bir de şansı varsa, anacığı üstünde bir mezar…
Hepsi bu kadar.
Hıdrellez′e Mersiye
Bahar özlemi sardı yine beni. Mayıs özlemi… Hadi adıyla sanıyla diyeyim, hıdrellez özlemi… Öyle böyle değil, burun direği sızlatan cinsten hem de… Müsebbibi bu seneki sert kış mı? Yok, hayır; namusuyla karını yağdırıp, soğuğunu yaşatan kışa asla çamur atamam. Bu benim her sene yaşadığım duygu durumu. Daha Ağustos’tan Eylül’ün kapısı göründüğünde, Mayıs’ın, Hıdrellez’in yolunu gözlerim. Yazın keyfi bir başka elbet.
Hoşgeldin Sevgilim
Beklenen ama ani bir haberle pazartesi gecesi, ertesi günün en erken uçuşu için biletini aldı ve İzmir’e gitti. Hepi topu iki gün… Hatta iki gün tek gece… Neredeyse üç seneyi aynı çatının altında geçirdik. Arada birbirimize bozulmak, sonra barışmak... İşinin arasında, yüzünde sıkıntılı ifade görünce hemen gidip şakağına bir öpücük kondurmak…
Ispanaklı Yumurta
Ot özlemi, iyiden iyiye sardı bencileyin baharcıları. Çarşı Pazar gezerken gözümüz yeşillik arar oldu. Mutfağa girişlerimizde ise ferah yemekler yapasımız var. Uyduruyorum sanmayın! Peşi sıra otlu, yumurtalı yemekler çıkıyor yazı bekleyen baharseverlerin ellerinden. İnanmayanlar bir baksın misaline… Kocaşehrin insanları olarak her yerden türlü ota ulaşmamız pek kolay değil.
Ankara, Aile, İllüstrasyon Vesaire
Biz Ağustos 2011’de Ankara’ya gittik. Neredeyse bir yıl olacak, bahsetmek sırası ancak mı geldi yani? Evet, ancak geldi. Bu sayfanın yazarı böyle, yapacak bir şey yok. Kafasındaki cümleleri sıralarken, frekans hızına yetişemiyor bazen elleri. Onlarca farklı mevzu dönüp dolaşıyor zihninde; fakat kimi zaman boğazına diziliyor laflar. Öte yandan sandık açmayı da sever hani… Geçmişten bahsetmeyi… Her neyse… Şimdi hakkımda böyle üçüncü tekil şahıstan bahseder gibi konuşarak, arkamdan laf etmiş...
Zeugma Mozaik Müzesi
Antep gezimizi anlattığım yazılara uzunca bir ara verdiğimi farkettim. Oysa daha anlatacak çok şey var. Aslında Antep’e giderken, bu gezide görmeyi en çok istediğim yerden söz etmenin vakti geldi sanırım: Zeugma Mozaik Müzesi. Basında epey ses getirmiş bir iş olmasının yanında, sergilediği eserler de benim için oldukça cazipti. Ve doğrusu dünyanın bu en büyük mozaik müzesini görmeden Antep’ten dönen birisi
Hadi Canım!
Hayat bazen ‘hadi canım’ dedirtir insana. Yaşam bir mucizedir ve kainata ilişkin tüm oluşum, eylem ve döngü elbet şaşkınlık verebilir. Oysa hayat… Hayat dediğimiz, insan işi. Ve nicedir, insanla gelen, insandan türeyen hiçbir şey hayret verici değil bana. ‘Beşer şaşar’ özdeyişini zihnimin orta yerinde asılı bırakıyorum ki insan kaynaklı herhangi bir duruma hayret etmeyeyim ya da üzülmeyeyim.
Antep′te Halil Usta
“Antep’te iki tam gün geçirdiniz de hiçbir şey yemediniz mi?” diye meraklandığınızı biliyorum. Yedik yedik, ama içiniz rahat etsin; Antep öyle sokaklarından kebaplar, türlü yemekler, yemişler taşan, hangi dükkana girsen lezzet şölenine gömüleceğiniz bir şehir değil. Değilmiş yani… Biz böyle hayal etmiştik. Kusur bizde besbelli. Ya da İstanbul gibi nüfusu şaibeli (17 milyon diyen var) bir metropolde yaşayınca
İnsanın Kültürel Evriminde Çocukluğun Anlamı VII
toplum ve insan
17-04-2020
Spyri’nin 1881’de yayımlanan Heidi romanını pek çoğumuz 1974 yapımı Japon animasyon filminden hatırlarız. Heidi dendiğinde gözümüzün önünde gürbüz, tıknaz, pembe yanaklı, neşeli, sağlıklı bir küçük kız çocuğu belirir. Yaklaşık üç yıl önce Spyri’nin bu romanıyla ilgili olarak İsviçre’nin “Verdingkinder” (kiralık çocuk) kavramı gündeme gelmişti. Heidi’nin çıplak ayaklı oluşu, bu kiralık çocuk gerçeğiyle ilişkilendiriliyordu.
Anne Bul Beni
1976 – 1983 seneleri arası… Dünyanın ‘güdümlü’ memleketlerinde ‘büyük adamların’ küçük oyunlar oynadıkları, o küçük oyunların dev gibi acılar yaşattığı, karanlık, pis seneler. Aynı yıllarda acılara denek edilmiş memleketlerden bize fersah fersah uzak olanı, Arjantin… Turistik yönüyle gezginlerimizin ilgisini çeken o kadim Güney Amerika topraklarında kurulu bir ülke… O ülkenin başkenti Buenos Aires’in ünlü meydanı Plaza del Mayo...
Kahveli Kakaolu Tart
Bugün öyle bir tart yaptım ki! Hani Cenk der ya “yanağını dayar uyursun” diye. Yok, evde böyle bir tart varken, Feridun’la beni uyku tutmaz, mümkün değil!
Aslında hiç aklımda yoktu böyle bir tart yapmak. Haftasonu için Feridun Yenice’ye kampa gitmişti. Cuma gününü Ege’yle akşam üstüne kadar başbaşa geçirmiştik. Akşamüstü ise sevgili Cicimiz Pınar ve tatlı kızı Duru ile buluşmuştuk. Ne eğlendi kuzular, ne eğlendi!
Foça′dayız!
Biz yine Eski Foça'dayız. Sekiz gün oldu geleli...
Haziran ortasına kadar da dönmeyeceğiz İstanbul'a!
Anlayacağınız, keyfimize diyecek yok!
Ara ara yazarım belki...
Belki de dönüşte daha çok yazı olur.
Bilemiyorum.
Biz şimdilik sadece Foça'dayız...
Çukur
Nurdan Ç. Tezgin’in ara ara “Foça Çukuru” dediği kadar var hani. İster çukur deyin, ister derin kuyu; Foça, içine düşenin gözünü bağlıyor, manzarasıyla. Dertmiş, memleketmiş, olup bitenlermiş, haberlermiş, hepsi biçim değiştiriyor bir süreliğine. Kendine has bir gündemi var buraların da diğer küçük beldeler gibi. Kendine has dertleri, dedikoduları, koşturmacaları, son dakika haberleri. Günün hangi saatiymiş diye kesinkes bilmeyi terkediyorsunuz önce...
Sevgilim, Baba
2010 senesinin Haziran ayında küçük misafirimizin varlığını öğrenip de anne olmayı kabul ettiğimde, seni de kurduğumuz ailenin babası yaptığımı biliyordum. Bu sıfatı bir kez daha kabul eder miydin acaba diye endişe etmedim değil. Çünkü kendim de beklemiyordum annelik işini böyle hemen üstlenmeyi. Oysa ne garip ve boş düşüncelermiş, sorumluluk denen şeyi bahane edip de istemezden olmak…
Armutlu, Tarçınlı Muffin
Bir vakitler hayal ettiğim, sonra pişirdiğim, fotoğraflayıp, yiyip, sonra yayımlamak üzere arşivlediğim ne çok tarif varmış meğer! Önceki gün dizüstü bilgisayarımın formatlanması işini hallederken, harici bellekte eski format dosyalarımı gözden geçirirken rastladım birkaç dosya dolusu fotoğrafa ve tarife. Ne yazık ki her fotoğrafladığım ürünün tarifini de dosyalamamışım. Hafızama güvenmişim besbelli. Oysa bellek en fazla 10 işi tutabilirmiş ön kısımda.
İşlerin Bizcesi
Küçük yerleşim yerlerinde insanlar birbirinin neşeli gününden de yaslı gününden de haberdar. Neşe de yas da paylaşılan duygulara dönüşüyor. Düğün de meydanda cenaze de... Bir kutlama varsa keşkek kazanı, yas varsa helva, lokma... Davulu, gümbürtüsü, ağlaması, ağıtı hep ortak. Şehirler ise duygular üzerine yürümez.
Bir Kere Görmek
Bazı şehirleri yahut bazı mekanları bir kez görmek, sonra her daim derin bir özlemle orayı, o zaman dilimini anmak için kafi geliyor. Misal Tahmis Kahvesi... Antep deyince toptan bir şehir değil, ama ille önce Tahmis’i anıyorum, arıyorum. Adana dendiğinde ise orada tanıdığım insanların kıpır kıpır ruh halini... Bursa ise farklı.
Ajans 70′te Sonca Demce I
2001 senesinin güzünde, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde sosyoloji bölümüne kaydoluşumun hemen ardından, sevgili (ve artık rahmetli) Yılmaz Öztürk'ün yanında, Ajans 70'te sözüm ona 'çalışmaya' başlamıştım.
İşin aslı, "Kahpe Bizans"ı öğreniyordum ehlinden... Efsane ajansın son demleri... O sıralar Cumhuriyet Gazetesi de henüz Şişli'nin göbeğine taşınmamış; Cağaloğlu'nda direnişte!
Yer Altındaki Özgür Ezgi
Siz de yeniliklere tepki gösterip, sonra onların en iyi kullanıcısı olanlardan mısınız? Bir icat, yeni bir yemek ya da yeni bir yaşam tarzı önerisi karşısında önce kılıçları kalkanları kuşanıp, sonra denedikçe de vazgeçemeyenlerden misiniz?
İstanbul’a metronun temellerinin atıldığı 1992 senesinde halk neler konuşuyordu anımsayamıyorum. İnşaat döneminden aklımda kalan tek şey, Demet Akbağ ve Yılmaz Erdoğan’ın başarıyla yürüttüğü “Bir Demet Tiyatro”nun bir bölümünde...
Akademiklik
Ve “oku” dendi… “Bildiklerini unut ve oku”… İlk “buyruktan” başladım okumaya. “Yazmak, okuyucudan size ilgi göstermesini istemenizi haklı kılabilecek bir edim olmalıdır. … Yazmak, aynı zamanda kişiye kendisini okunmaya değer biri olarak görebilme olanağı da verebilecek ciddi bir edim olmalıdır. Genç bir akademisyen bunların ikisine de tutkundur...”
Devler Sahnesi
Şu sahneye bakar mısınız? Kurtalan Ekspress ve Cahit Berkay çalıyor, Barış Manço ve Cem Karaca söylüyor... Orada görünmese de varlığı en derinden hissedilen bir kişi daha var. Bu muhteşem türkünün ruhu...
Aşık Veysel Şatıroğlu... Yok böyle bir sahne!
Hayhuy Era
Yazın orta yerindeyiz kuzey yarıkürede. Ortanın az üstü enlemlerde böyleyse hava, aşağıdakilerin vay haline! Fakat öte yandan ara sıra sosyal paylaşım sitelerinde, İngiltere’nin güneyinde yaşayan arkadaşlarımdan havanın bir türlü “düzelmediğine” dair yakınmalar da okuyorum. 14 / 16 C dereceler, bulutlar, yağmurlar… El alem bir damla güneşe hasret, biz “yandık bittik kül olduk”…
Ulusal Acı
Bu ülke kadınıyla, çocuğuyla, erkeğiyle, büyük bir başkumandanın yanında, büyük bir direnişle kuruldu. Evlat acısını da eş acısını da yurt acısını da bilir her aile; çünkü çok değil, iki üç kuşak büyüklerimizden hatırası işitilmiştir. Evlatlarımızın acısını yaşıyoruz yine, hiç yaşamamamız gereken bir devirde. Umuyorum ki akılla, dirayetle kalkacaktır bu ulus bu ağır yükün altından.
İskender Iğdır Anısına
Dün, 29 Şubat’tı. İskender Iğdır, Ağrı Dağı’nda yaşama veda edeli 20 sene olmuş... İlk gençliğin heyecanıyla okuduğumuz Atlas’ın güzel ağabeylerinden... AKUT kurucularından... ’99 Marmara depremi arama kurtarma gönüllülerinden... Güzel gülüşlü, dağcı İskender...
Hiç unutmayacaklarımdan...
Göç Üstüne
toplum ve insan
02-03-2020
Göç üstüne düşünmeye başlayalı bir seneden fazla oldu. Göçe dair konuşmak değil kastım. “O, ya ben olsaydım?” diye sormaya başlamak… Her şeyi ve herkesi bırakıp gitmek zorunda kalmak, o maddi ve manevi yıkımı sırtlanmak nasıl bir sınavdır? Düşleyemiyorum. Aynı ülkenin içinde bir şehirden başka bir şehre, refah içindeyken bile göçmek, bir çırpıda verilebilir bir karar değilken…Gittiğin yerin diline, kültürüne yabancı ve hep yabancı kalmak…
Foça Salısı III
Dedikodu Ağacı’nın altından ”Foça Gölü”nü izlemek en duyarsız göz için bile kaçınılmazdır. Ancak Foça, alabildiğine bir mütevazılıkla, olmadık güzellikler sunar. Paşa gönlünüze kalmış, hangisine tutulacağınız... Foça’yla aşkımı yaşayabildiğim pek çok manzara var. Bunların içinde seyri en keyif vereni, balık hali tarafından bakınca denizi, Öğretmenevi ve değirmenleri katman katman sunan kadrajdır.
Mürdüm Eriği Marmelatı
Durduk yere marmelat sahibi olduk.
Herhalde on günden fazla bir süredir buzdolabında bekliyordu mürdüm erikleri. Tezgahın başına geçtiğimde niyetim mürdüm almak değildi bile. Hedefimde anjelika eriklerinden vardı. Ancak daha malzemeleri alırken içimi kaplayan üşenme hali ellerime dedi ki “anjeliki bırak, mürdüme bak”.
Antep′te Aşina
Saat 00.00 İkimiz de ani bir açlık ziliyle irkildik! Fakat nasıl bir zil?! Alacaklı gibi çalıyor! Evde doğru dürüst yemek de kalmamış. Bir buçuk kase yeşil mercimek çorbası, dört dilim kavun, falan filan… Bu kalmışlarla açlığımızı bastırıyoruz, ama aklımız nerelere uçuyor bir bilseniz! Bir sabah en erken uçakla gideceğiz Antep’e. Sabah kahvemizi Tahmis’te içeceğiz. Belki birer tost da yeriz. Fena yapmıyorlardı.
Sütlaç Sevmem Ben!
“Çocukluk ne garip şey!” diye başlayacaktım ki yazıya, daha harfleri yanyana dizmeden kuşkuya kapıldım. Garip olan çocukluk mu, yoksa “büyüklük” mü sahi?
Küçükken hiç sevmezdim sütlacı. Gerçi bunu sütlacın asla ve asla ‘kişisel’ almaması gerekirdi, çünkü asıl sorunum bebeklikten kalma “pütürlü yiyecek karşıtlığı” idi.
Düşünüyorum da pirinç çorbasını da sevmezdim misal… Hatta annemi çoğu kez kızdıran bir benzetmem vardı: “Bu ne böyle?........"
Çakıl Toplama İşi
Haziran’da eve dönerken ne kadar da az Foça çakılı getirmişim eve?! Yarın gidip biraz daha toplayayım bari! Siz de bu arada dilerseniz Eski Foça’nın eski yazılarına göz atabilirsiniz. Daha pek çok şey eksik ya, bir kısmını oradayken yazmayı planlıyorum bu kez. Dönüşte gündemimiz epey yoğun olacak bu sayfalarda. Görüşmek üzere!
Güzel Adana
Bu yıl yolumuz iki baharda da Adana’ya düştü. Düştü diyorum, çünkü “haydi Adana’yı görelim” diye plan yapıp çıktığımız geziler değildi bunlar. Hani “hayırlı bir iş için” derler ya tam da o maksatla davet edildiğimiz şehir oldu Adana. İlkbaharda gittik; arkadaşımız için bir güzel kızı ailesinden ‘istedik’ ve sonbaharda da ‘alıp geldik’! Adana’ya ilişkin hiçbir beklentimiz yoktu diyebilirim.
Adana′da Kebap, Sokakta Yenir
Hazır Adana’nın Kazancılar Çarşısı’ndan söz açmışken, lafı fazla dolandırmadan ve meraklısını da fazla bekletmeden çarşıdaki kebap alemini anlatayım da gönüllere su serpilsin. Adana’nın altını üstüne getirecek kadar uzun süreli olmadı iki gezimiz de ancak bir şey anladık ki Adana’da kebap, sokakta yenir.
Bu Ne Ola ki?
Dün öğlen, Foça Çarşı Lokantası'nda yemek yerken, karşı binanın köşesinde gördük bu levhayı. Bar ve meyhanelerin olduğu sokak ve sahil şeridine açılıyor burası...Sürücü ehliyeti almak için gördüğüm derslerden böyle bir tabela anımsamıyorum hiç.
Kırk senedir kara yollarında sürüş yapan Feridun da bilemedi.
Sorduğumuz arkadaşlarımız da bizim gibi fikir üretmekten öteye gidemedi.
Adıyla Yaşayan Konak
Meraklısı için kebap yenecek yerlerden birini bildirdikten sonra sıra nerede konaklanabileceği bilgisini vermeye geldi.
Mart ayındaki ilk ziyaretimiz için yılın başında otel arayışına başladık. İnternetten ilk aramamızda iki tane butik otelin adına ulaştık. Bir tanesi bizi daha çok çekti. Web sitesini beğendik. Sonra telefon ettik. Telefondaki karşılama da hoşumuza gitti. Lafı uzatmayayım, Mart’tan önce Hotel Bosnalı’da rezervasyonumuzu yaptırıp, konaklama bedelini de gönderdik.
Turşusunu Mu Kuracaksın?
Sütlaçtan ve marmelattan sonra bu da oldu. Mutfağımda turşu kuruldu! Kuzey yarıküreliler olarak kış hazırlıklarını tamamlama dönemine girdik. Kalın giyecek alışverişleri ya da elde olanların bakımdan geçirilmesi, kışlık ayakkabı ve paltoların temizlenmesi bir yana en eğlenceli aşama elbette –bana göre- mutfaktaki hazırlıklar. Yöreye göre değişir ya biz koca şehirdekiler ancak elde olanları kurtarsak kârdır
Sandık Perşembesi IV
Bu kez sandıktan, beş yıl önce tam da bugüne ait bir fotoğraf çektim, çıkarttım. Enstitüde kısa bir işim vardı o gün. Ege, annem ve Nurten de benimle gelmişlerdi. İşim bittiğinde, birlikte Beyazıt’ı, Kapalıçarşı’yı ve Süleymaniye’nin sokaklarını gezmiştik.
Trafik Canavarları Daima Haklıdır
Ege okula başladığından beri trafik terörüne hafta içi her gün maruz kalıyoruz. İki buçuk yıldır, okulun girişindeki yaya geçidini kullanabilme mücadelesi veriyorum. Nadiren destek olanla karşılaşıyorum. Genel durum şu: Bir erkek ya da kadın şoför/veli, çocuğunu okula bırakmak için okul kapısındaki yaya geçidinin üstünde otomobilini bırakıyor. Bırakamayacağını hatırlatıyorum. İyi ihtimalle “yahu iki dakika” yanıtı alıyorum...
Foça Salısı IV
Şimdilerde İstanbul’da, örneğin Şaşkınbakkal’da “hayır lokması” arabaları sıkça karşıma çıksa da kimse kusura bakmasın, bu iş en güzel İzmir dokusuna yakışıyor. İzmir’de, çoğu kez cumaları, esnaftan biri çarşıda “hayrına” ya da aileler bir kaybettiklerinin ruhuna Fatiha ricasıyla lokma döktürüp, dağıtır. On beş sene önce Feridun bana İzmir’deki bu adeti anlattığında şaşırmıştım.
Sandık Perşembesi V
Bu Perşembe, sandıktan gülünç bir fotoğraf seçip çıkarttım. Doğduğum ev diyemesem de üç yaşımda girdiğim, büyüdüğüm, sonra kendi çocuğumu dünyaya getirdiğim ve ne yazık ki artık yerinde iki blok hâlinde yenisi inşa edilmiş olan güzelim Bayram Apartmanı’nın çatısındaki aydınlık penceresine konan gürültücü martılardan biri bu…
Veblen’e Nazire: Gösterişçi Tüketmeler
toplum ve insan
09-03-2020
Geçtiğimiz haftayı, beni çok şaşırtan bir şeyle kapattım. Son senelerde, biraz sosyal medyanın kaynakları üstümüze boca etmesi nedeniyle, bizden olmayan âdetlere aşina olduk. Önce toplumun modern addeddiğimiz kesiminde “baby shower” ile kendini gösterdi bu âdetler. Dilimizde ne diyebiliriz buna? Üstünde düşünmedim. Belki Anadolu’da yaygın olduğunu duyduğum “çeyiz serme” âdetinden çok da ayrışmayan bir yanı var bu işin.
Manzara ve İhtimaller
Uzun zamandır gündemden uzak gibi görünsem de aslında gündemin ziyadesiyle içinde olduğum için Karafakiden sessiz kalmıştı. Gündemin hiç olmadığım kadar içine düşmemin nedeni, hayatımda ilk kez, tesadüfen de olsa, bir siyasi partiye üye olmamdı. Açıkça, CHP’nin tabanı bir kenara itip, laik düzenin yanında olmayan, yıllar yılı bizi bugün debelendiğimiz kaygan zemine taşıyan siyasi figürleri kendisine ortak edinmesini kabullenmem çok güç. İzlemedeyim...
Bizim Evin Havuçlu Tarçınlı Keki
Yemek konusunda tutucu muyum, yoksa yeniliklere açık mıyım? Bu soruya bir türlü kesin bir cevap veremiyorum. Hem yeni lezzetlere açık bir yanım var, hem de takıntılı olduğum, değişmesinden asla hoşlanmadığım yemek zevklerim var. İş mutfak uygulamalarına geldiğinde tariflere birebir uymakta sıkıntılıyımdır. Paşa gönlüm bir malzemeyi değiştirmek ister ya da tarifi hemen denemek isterim ve evdeki malzemeleri muadil kabilinden kullanırım.
Korkoro
Bazen uzun senelerdir tanıdığınız insanların sırt dönen tavrıyla şaşırtır hayat… Bazen de yeni tanıdığınız insanlar bir küçük sürprizle neşe katar akışınıza… İlkinin yaşanma olasılığı daha yüksek ve tekrarı daha sıktır; ama bahsettiğim ikincisi ender de olsa bir kere yaşandı mı ömrünüzce anacağınız bir güzellik olur. İşin felsefesinden sonra özüne geleyim. Bir süre önce sevgili Cenk (Sönmezsoy) Cafe Fernando’da bir yazısında
İyi ki...
Tesadüf denen şey ile kader, ikiz kardeşler… İkimiz de henüz doğmamışken, ailelerimiz marifetiyle kesişmiş yollarımız. Önce sen gelmişsin dünyaya. Tecrübe ve öyküler biriktirmişsin. Biraz sevinç, biraz da hüzün… Sen bambaşka bir yaşam sürerken, ben doğmuşum. Kendimce ufak tefek öyküler biriktirmişim ben de. Biriktiremediklerimi, uydurumuşum. Ne çıkar?
29 Ekim Cumhuriyet Bayramımız Kutlu Olsun
Bugün, Cumhuriyetimiz'in kuruluşunun seksen dokuzuncu yıl dönümü...
...Bu sene yine, Bağdat Caddesi'ndeki fener alayına katılacağız. Bu kez oğlum Ege de bizimle olacak. Bu coşkuyu yaşamasını istiyorum. Hırslı bir ulusalcı düşünceyle harman olmuş bir istek değil bendeki. Bugün sahip olduklarının değerini 'gerçekten' anlaması ve uluslar üstü insanı değerleri bensemenin anahtarı olan demokrat düzeni 'gerçekten' sindirmesi için istiyorum.
On Dönüm Bostan
Aslında bambaşka bir konuda yazmak üzere almıştım dizüstü bilgisayarımı kucağıma. Yalan Dünya’nın başlama saatini beklerken gördüğüm reklamlar artık hepten sabrımı tüketmiş olacak ki bir süredir içimden söylendiklerimi yazayım istedim. Reklamlarda çocuklara verilen rol ve bu rol üzerinden topluma verilmek istenen yeni şekil ya da belki de baskın zihniyete tutulan devasa aynadan söz etmek istiyorum bu akşam...
Safranbahar
Sonbaharda gezmek başka güzel… Ama en iyisi de Ekim, Kasım aylarında gezmek sanırım. Oldum olası sevmişimdir ya güzü, gezerek daha bir tadı çıkıyormuş. Misal Foça kıyıcığını en çok Eylül’de sevdim. Kapadokya’nın havası Kasım’da nasıl da zinde kılıyordu adamı! Adana’nın sıcağını bir de Eylül’de görün, hiç yormaz. Hele Antep’in Kasım’ı… Tahmis Kahvehanesi’nde ışıklı bir güz öğleden sonrası
Kutu Kutu Neyse
Karafakiden'in yazarı ne yapmakta diye sorun bir kez. Ben de cevap vereyim:
Üç senelik evliliğimde üçüncü kez hayatımı koliliyorum. İlk seferinde sadece kitaplarımı, biraz mutfak malzemesi ve kişisel eşyalarımı paketlemiştim.
İkincisinde bunlara Feridun'un eşyalarını paketlemek eklendi.
Ve şimdi bu üçüncü taşınmada, paketlenmeyi bekleyenler arasına minicik kıyafetlerle biraz da oyuncak var.
Fotonlu Yılbaşı
Bugün 1 Aralık 2012.
Dünya vatandaşlarının bir kısmı heyecanla, korkuyla ya da ümitle 21 Aralık'ta kopacak "küçük kıyamet"i beklemekte. Yaşamı akışına bırakanlarsa, yine bir yeni yılı karşılamak üzere hazırlıklara başladı bile. Caddeler yavaş yavaş süsleniyor. Mağazalar da... İnsanlar çoktan yılbaşı alışverişine başlamışlar! Kasalar kuyruk olmaya başlamış.
Sultanahmet′te Bir Kış Günü
şehrim İstanbul
03-01-2013
Şehri dinlemek lazım, dedim. Bir banka oturdum. Sık yaptığım bir iş değildir. Sanırım bu nedenle ne yapmam gerektiğini tam olarak kestiremedim. Etrafı mı izlemeli? Gözleri kapatıp şehri mi dinlemeli? Yoksa müzik mi dinlemeli?
Oturduğum bank, İstanbul’un alelade bir semtinin kenar banklarından biri değildi. Tarif edeyim çevresini hemen...
Özledikçe, Hop Bir Tane
Özledikçe, bir tane demiştim.
Ne zaman içime özlem çökerse şu minik şeker küpü, sakız kokulu domateslerden bir tane atarım ağzıma, nefsimi köreltirim demiştim.
Misal ne zaman poyrazlanmış Küçük Deniz’i seyretmeyi özlesem, hop bir tane daha!
Kalendergiller
Önceki akşam, uzun zamandır yapmadığım ve aslında özlediğimi farkettiğim bir kurabiyeyi yaptım. Acele tarafından, şipşak usulü kotarılabilen ve pişerken evi düş gibi kokutan kurabiyeler. Çocukluğumda bu kurabiyenin benzerleri sıklıkla yapılırdı. İçindeki malzemeler evde o an olanlara göre ve bazen de evin bütçesine göre değişiklik gösterirdi. Bu kurabiyelerle anneler özdeşti gözümde...
Kakaolu Puf Kek
Haydi bugün Kuşhâne günü olsun. Eş dostun ”efsane” diye adlandırdığı, yiyenin yalnız damağına tat değil, kalbine de yumuşaklık salan bir kek tarifi bu... Enteresan isimlendirmelerden hoşlanmam. Kakaolu bir kek için ”kakaolu kek” der geçerim. Fakat bu keki diğer kakaolu keklerden ayırmak için o ”puf” sıfatına mecbur kaldım.
Ne yaptık?
İki sene önce sormuşum: Unutmadık da ne oldu? Yine soralım... Yirmi sene geçti. Yirmi senede nice çınarlar devrildi, hoyratça. Unutmadık... Da... Ne yaptık? Ne yaptık, gidenleri ”uğur”lamaktan başka?
Düzen
Günlerin hızla akıp gitmesinin bir tür psikolojik manipülasyon olduğunu düşünmeye başladım. Örneğin bir olaydan bahsediliyor televizyonda, haber programlarında. “2 yıl önce bugün… 3 yıl önce bugün” deyiveriyorlar. “A-aaa! O kadar zaman mı geçmiş” diye şaşırıp kalıyorsun. Sanki dün olmuştu! Sonra da önemini yitiriyor o olay. Onca zaman geçmiş aradan, sular akmış, işler değişmiş.!
Ne? Pırasa mı dedin?
İşler ne denli yoğun olursa olsun, Pazar günlerinin kahvaltılarını tatlandırmayı ve uzatmayı ihmal etmiyoruz. Çekirdek aile gelenekleri silsilesinde bir parçamız… Bu kahvaltıların fon “tıngırtısı” da genellikle televizyondaki haber kanallarının haftasonu programları oluyor. Hafta içi günler, sabahları pek televizyon seyretmediğimiz için Pazar sabahlarını bu işe ayırıyoruz.
Aprilin Beşinde Gezenler
“Kork April’in beşinden, öküzü ayırır eşinden” demiş eskiler. April dedikleri Nisan… Nisan’ın beşi dedikleri de elbet Rumî takvime göre. Yani güncel takvimimizden on dört gün geriden gelen, hava olaylarının kılavuzu olan takvim. Peki biz ne yaptık? Tam da April’in beşi arefesinde kendimizi Foça kıyıcığına attık. Yani 13 Nisan’da küçük bir hafta sonu kaçamağı yaptık. Kaçamak dedimse, baş başa bir tatil değildi.
Düşbozan Kazandibi
Bu hafta, elimi attığım gıda maddeleri eskinin tam manasıyla ‘mundar’ oldu. Samimi ilanımdır, mundar ettim hepsini. Kariyerimin sonu demiyorum; ama mola zamanı gelmiş, besbelli. Bu haftaya kadar her şey ne iyi gidiyordu oysa! Krem karamelli kekte zirveye ulaşmıştım. Şahane kabak suflesi yapıyordum. Çorbalar desen keza, diyar diyar uçuruyordu. İş bugünlere gelince, artık Merkür mü dersiniz, evrenin işareti mi, bilemem; çuvalladım.
İki Kelime, Bir Kelime
Bizim eve bir ekinoks ritüeli lazımdı. İlk bahar ekinoksu hem baharı hem yazı müjdeler ve asıl önemlisi günlerin uzamaya yüz döndüğünü fısıldar, kuzey yarıküredeki canlılara. Bu haliyle elbet, güz ekinoksundan daha kıymetli benim için. Her ne kadar Ekim’i sevsem de, kışı sevmiyorum; ne edeyim?! Ne diyordum? Ritüel… Evi şenelten, aileyi süsleyen şeyler ritüeller...
Tıp Bayramı Kutlu Olsun
1827’de Tıphane-i Amire’nin kurulmasıyla, yurdumuzda modern tıp eğitimi başlayalı 193 yıl olmuş. Tıp doktorları için, kadim şamanların modern devirdeki temsilcileri desek yeri... Tüm erdemli ve cefakar doktorlarımızın, hemşirelerimizin, acil servis ve sağlık çalışanlarımızın Tıp Bayramı kutlu olsun...
Foça Salısı V
İçimiz dışımız bir değiliz. İyi ya da kötü diye nitelemiyorum bu hali. Bazen içte olanı dışa yansıtmamayı seçiyoruz. Bu kimi zaman aslında var olmayan bir neşe yansıtıyor çevreye ya da hiç de gerçekçi olmayan bir sertlik... Her çatılmış kaşın altında duran gözlerin aslında öfkeyle yanmadığını öğrendim. Her gülen yüzün kalpten asıl geçen hoyratlığı yansıtmadığını öğrendiğim gibi...
Safranbolu ve Turizm Halleri
Son on iki yılda Foça’ya gittiğimiz kadar sık değilse de ara ara günübirlik ya da konaklamalı ziyaret ettiğimiz beldelerden biri Safranbolu’dur. Feridun’un annesi Safranbolulu’dur. Pek akraba kalmamıştır, ama anıların hatrı çoktur. Benim de dışarıdan bakıldığında manzarasını, dokusunu sevdiğim bir beldedir. Geçtiğimiz Kasım ayında, Feridun’un Karabük’te halletmesi gereken bazı işler vardı. Ege ise daha önce hiç bu bölgeyi görmemişti. Bu nedenle gün içinde bitebilecek o işi bahane ederek üç günl
18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi
Geçen seneydi... Okul binasına boydan boya Türk bayrağı asılmıştı. “Bugün önemli bir gün mü anne?” diye sormuştu Ege. 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferimizin yıl dönümü olduğunu söylemiştim. Nusret mayın gemimizin Çanakkale Boğazı’na döşediği mayınlar sayesinde işgalci İngiliz ve Fransız gemileri Çanakkale’den geçemedi, demiştim. “Aaaa hani İngilizler dostumuzdu?” demişti.
Sandık Perşembesi VI
Soğuk kış sabahları, iskelede karşılaşırdık, sözleşmiş gibi... Güzelim Şirket-i Hayriyye vapurlarıyla ”kahpelerin en kahpesi, vefalı Bizans’a” doğru yol alırdık. Anlatacak ne çok şeyin olurdu. Düşüncelerini, biriktirdiklerini paylaşmaktaki cömertliğin hepimizi senin etrafına toplardı zaten. Söyleşirken karşı iskeleye nasıl vardık, anlamazdık. Vapurdan inerken sorardın:
- Kahvaltı ettin mi?
- Hayır.
- Haydi yürü.
Önce X-Ray Cihazlarını Söktüler
Milliyet’te bir haber okudum. Başlık “Alışverişte Yeni Trend x-Raysiz AVM’ler”. İlk okunduğunda, seçilen sözcükler, okuyucuya eminim olumlu hisler yüklüyordur. Ancak içeriği okuduğunuzda ‘her şey bizler için’ havası sönüveriyor. İstanbul’da sayısı 130’u geçen alışveriş merkezlerinde mağaza sahiplerini en zorlayan giderler arasında ortak alan masrafları yer alıyor.
Çayımın Limonu
Anadolu insanı misafirperverdir, denir. Henüz bu özelliği keşfedecek kadar uzun süre Anadolu’yu gezmedim. Ancak yaşamımda ikinci sırada gelen dileğim, Asya Minör’ü şöyle baştan uca gezebilecek takat ve paraya sahip olmak. O zamana kadar bu sözü geçerli saymayacak mıyım peki? Tabii ki de geçerli kabul edeceğim. Açık seçik örnekleri dünyanın dört bucağına yayılmışken, Anadolu’nun misafirperverliğini reddeden, zahir iflah olmaz. Koca şehirlerimizde ise misafirlik pek çok boyutta yaşanır...
Zihni Seyrüsefer...
Birkaç zaman önce çekmiştim bu fotoğrafı.
Körler Ülkesi'nden cânım Kahpe Bizans'a giderken...
Laf aramızda, Kadıköyü'ne 'Körler Ülkesi' demek de Byzas'ın halt yemesi bana kalırsa.
Byzas, gördüğü boğaz manzarasına vurulup, bu manzaraya karşı bir ülke kurmak yerine gidip karşı kıyıya yerleşen Khalkedonialılar'ı kör saydıysa da; nereden bilsin manzaranın âlâsını bir gün Kadıköylüler'e sunacağını?!
Hızır ve İlyas... ve Deniz ve Yusuf ve Hüseyin
Dün gece bugünümüze bağlanırken, Hıdrellez değdi uykularımıza.
Kırk bir sene önce ise Hızır ile İlyas’ın buluştuğu gecenin sabahında astılar genç bedenleri. Hıdrellezde tazelerine kıyan milletin bereketi kaçmış, besbelli.
Nur olsunlar...
Pasta Dediğin
Benim ilk doğum günü pastamı annem yapmış. Albümlerimizden birinde mutlaka bir fotoğrafı vardır. İki katlı, üzerine rende çikolata ve toz Antep fıstığı serpilmiş, şemsiye ve yanlış hatırlamıyorsam minik bir şeker kardan adamla süslenmiş pasta… Sonraki doğum günü pastalarım da yine ya ev yapımı oldu ya da o zamanın Divan’ının ahududulu şahane pastası geldi soframıza. Sahi ne de lezzetliydi Divan’ın o pastası! Yaşıtım İstanbullular anımsar bence. Tozpembe bir dış krema, içinde pamuk gibi puf puf..
İstediğiniz Konudan Çıldırmaya Başlayabilirsiniz
Dünyalılar, ağırlıklı olarak, çıldırmış vaziyetteyiz. Kendinize çıldırmalık türlü türlü mevzu seçebilirsiniz. Bugün şu seçime güldüm:
İki hafta önce ortalık Whatsapp’a ”kişisel veri güvenliği” konusunda öfkelenip, hesap göçleri yaşayanlar, ortalığı yıkanlarla doluydu.
Sisteme Karşı Kaynaşanlar
23 Nisan’da sizlere dünya çapında düzenlenen bir protesto yürüyüşü organizasyonundan bahsetmiştim. “Uluslar arası” anlaşma dilimiz olan İngilizce ile “March Against Monsanto”; Türkçe’si “Monsanto’ya Karşı Yürüyüş”. Bir süredir tez konumun ekseni şehirden kırsala, tüketimden tarımsal üretime doğru kaymış durumda. Yaptığım okumalar, beni Monsanto ve benzeri “sömürgen” ve ulus ötesi şirketlere karşı duyarlı hale getirdi.
İnsanın Biyolojik Evriminde Çocukluğun Anlamı IV
toplum ve insan
04-02-2020
İnsanlarla diğer memeliler ve özellikle diğer primatlar arasında büyüme ve gelişim farklarından ilkinin “çocukluk” evresi ve oldukça uzun bir büyüme dönemi olduğunu biliyoruz. Üçüncü grafikte görüldüğü gibi orangutanların, gorillerin, şempanzelerin ve insanın gelişimindeki önemli dönüm noktalarına baktığımızda, dişi bireyler için üremenin biyolojik olarak mümkün olduğu...
Foça Salısı I
Hani hiç aklımdan çıkmıyor ya... Yine de salılar başka... Salı, Foça’nın günü. Aşçı Fok’un vaktiyle dediği, ”Foça’nın Kutsal Salısı”. Neden kutsal o salılar? Çünkü o gün Eski Foça’nın sebze meyve pazarının kurulduğu gündür. Sabahtan başlar telaşesi... Gün boyu da sürer etkisi. Ta ki akşam olana dek...
İnsanın Biyolojik Evriminde Çocukluğun Anlamı V
toplum ve insan
05-02-2020
Biyolojik evrimde takas ilkesi, ilk bakışta anlaşılmaz bulduğumuz kimi özelliklerin sağlayabileceği muhtemel faydaları anlamamızı kolaylaştıran bir olgudur. Büyüme ve gelişme sürecimizde bir çocukluk evresi geliştirmiş olmamız diğer primatlara göre daha geç yürümemizi, özellikle anneye daha uzun süre bağımlı kalmamızı ve cinsel olgunluğa çok daha geç ulaşmamızı beraberinde getirmiştir. Ancak tüm bu “yavaşlama”ya karşın...
Pizzeria Pidos’la On Yılımız
şehrim İstanbul
15-02-2020
Her halde on yılı geçti… Beni ve Feridun’u Pizzeria Pidos’la tanıştıran, sevgili aile dostumuz Pınar Karali olmuştu. Pınar için mahallesinin pizzacısıydı Pidos. Adını ilk duyduğumda, ne yalan diyeyim, gözümün önünde vasat bir pideci ayarında, kitsch bir mekan canlanmıştı. Neden diye sormayın. Belki ses benzerliğinden… Fakat ilk ziyarette düşüncemin gülünçlüğü ortaya çıkmıştı.
Pazartesi Niyetçilerine: Yaşasın, Bugün Pazartesi!
Bugün Pazartesi. Yeni bir hafta, biliyorsunuz, kuş gibi uçup gidecek. Ofiste ilk saatler, okulda ilk dersler önümüzdeki Cuma’nın hayalleriyle buğulanacak. Mesai arkadaşınızın hafta sonu nasıl eğlendiğini dinlemekten, istatistik hocasının bahsettiği standart sapmadan, patronun haftalık toplantısındaki talimatlarından zerre tat almayacaksınız. Hele bir de hava açık olursa! Dışarıda bahar “hişt pişt” demeye hazırlanırken, bir de bu ruhsuz işlerle uğraşmak!
Sakallı Celal Gemiden İneli Çok Oldu Ama
Sakallı Celal bugün hayatta olsa neler hisseder, neler düşünürdü? O hislerini ve düşüncelerini nasıl dile getirirdi acaba? Keşke imkan olsa. Belki bu sefer birileri onun sekreterliğini yapar, üşenmeden sözlerini yazardı her seferinde. Keşke dedim, ama onun gibi hastalıktan müthiş korkan titiz bir derbeder için salgın hastalık devrinde yaşamak hiç de sevimli olmazdı sanırım. Vazgeçtim bu düşümden...
Güneşte Üşüdüm
Bir iş için lazım oldu; Yılmaz amcamın bende kalan eski basım TDK Türkçe Sözlük’üne bakmam gerekti. Sayfaların arasında bir not kağıdına rastladım. Kendi el yazısıyla, tarihsiz, imzasız bir not… Büyük ihtimalle kendi sözleri…
İnsanın Biyolojik Evriminde Çocukluğun Anlamı III
toplum ve insan
03-02-2020
Modern insanın evrimindeki dönüm noktalarını anlamak için önemli veri kaynaklarının başında diş yaşının tespiti gelmektedir. 1980’lere kadar insan büyüme ve gelişmesine ilişkin sahip olunan kanılar, diş yaşı tespitinde daha etkin yöntemlerin kullanılmasıyla tamamen değişmiştir. Modern Homo sapiens’in sahip olduğu çocukluk evresinin evrimin hangi aşamasında doğduğu henüz kesin olarak bilinmemektedir.
Krem Karamelli Kek
Böyle anlatmışım bu keki beş sene önce... Doğrusu, tarifi verdikten sonra bir daha beş sene boyunca tekrar yapmadım. Oysa ilk denemede başarılı olmuştum ve çok da sevmiştim tadını. Ne zaman ki Leyla kekle ilgili bir yorum bıraktı; aklıma düştü yeniden. Ve aradan geçen onca zamandan sonra bu sene kaç kez pişti evimde, şimdi de bunun sayısını unuttum! Evin sevilen ve misafir gelecekse yapılması ilk akla gelen keki oldu artık. Hal böyle olunca eski fotoğrafın yerine, yenisinden...
Velev ki İbneyiz
Hitler Almanyası’nın bilinen en meşhur mağdurları elbet Yahudiler’dir. Sonra sonra öğrendik ki Çingeneler ve eşcinseller de aynı işkencelerden geçmiş. Gözlerimizi yaşartan, birlikte ve adil yaşamın ‘kalesi’ Küba’nın devrim tarihine baktığımızda yine ilk tokat yiyenler arasındadır eşcinseller ve trans bireyler; ancak onlar da gözümüze çarpmaz ilkin. Cahilliğimin bir güneş gibi parladığını fark etmiştim “Before Night Falls” filmini izlediğimde. Eşcinsellerin “devrim ruhunu sakatlıyorlar” diyerek..
İnsanın Biyolojik Evriminde Çocukluğun Anlamı II
toplum ve insan
02-02-2020
Primat takımında yer alan insan olmayan primatların yaşam döngüsü ile insan yaşam döngüsünü kıyaslamak, insanın büyüme ve gelişimindeki temel iki farklılığı ortaya koyar. Doğum, erişkinlik ve ölüm temelindeki yaşam döngüsünde asıl farklılık doğum ile erişkinlik arasındaki zamanda ortaya çıkmaktadır.
Peru′dan Soframıza?
Şu sıralar sık sık Antep düşüyor aklımıza. Gel gör ki listemiz kabarık… Hatay, Eskişehir, Afyon, Edirne, Mardin, Urfa derken Antep’e bir daha ne vakit gideriz meçhul. Yine de bir yanım, ilk küçük boşlukta yeniden o topraklara gideceğimizi, karışık da olsa renkli çarşısını gezeceğimizi, Tahmis’te sabah kahvesi içeceğimizi fısıldıyor bana… Antep’te çektiğim fotoğraflardan en sevdiklerim Tahmis’te ve çarşıda çektiklerim olmuştu. Hele çarşıda, maş fasulyesi çuvalının başına tünemiş kumru ...
14 Şubat Dünya Bonobo Günü
Efendim, bugün esasen Dünya Bonobo Günü!
Başka mevzu yok!
14 Şubat Dünya Bonobo Günü kutlu olsun!
Yakın akrabamızdır; arayın, hal hatır sorun...
Kongo’dalar yalnız, çok yazar, kısa kesin.
İnsanın Biyolojik Evriminde Çocukluğun Anlamı I
toplum ve insan
01-02-2020
Yaşam dendiğinde, eşeyli üreyen canlılar söz konusu olduğunda döllenmeyle başlayıp, bütün türler için ölümle sonuçlanan bir süreci anlarız. Tüm canlıların yaşam döngüsü benzer temel aşamalardan geçer. Öte yandan, örneğin memelilerin yaşam döngüleri her ne kadar yakınlık gösterse de bir tür olarak insanı diğer canlılardan ayıran bazı farklılıklar vardır.
Şehrimde Konuk Olmak
şehrim İstanbul
09-10-2016
Eski bir düştü. Belki yirmi senelik bir düş. Adı bile vardı düşümün: “Tarihî Yarımada’da Saba Makamında Uyanmak”… Bir geceyi Sultanahmet’te geçirip, sabah vakti güzel bir ezan dinlemek. Bu da nereden çıktı şimdi, demeyin. Bilinen anlamıyla “din”e dair fazla meraklarım olmadığı gerçeğinin yanında, usulüyle, makamına sadık kalınarak, yırtınılmadan, çirkinleştirmeden okunan bir ezandan aldığım tat da başka hiçbir şeye benzemiyor. Ne yazık ki günümüzde tınısı kalbi okşayan ezan okuyan müezzin...
Sakızlı Fındıklı Kakaolu Kek
Mısır Çarşısı’ndaki baharatçımızdan söz etmiştim size. Son gidişimizde evde eksilen birkaç baharatı aldıktan sonra, eğlenceliklere de sıra geldi. Vanilya ve sakız… Tazecik vanilya çubukları ve ufak bir kutu içindeki iri iri sakızlar gönlümü çelmiş, aklıma girmişti. Vanilya çubuklarını çizip, toz şeker kavanozunda şekerin içine gömdüm. Bir hafta içinde o tatlı koku tüm şekere sindi. Sakız ise pek kıymetli! Küçücük bir kutusu 17 TL olunca, memlekette sakız mucizesi yerine vanilyanın...
Baharat Yolu'nun Bir Ucu
şehrim İstanbul
15-08-2013
Mutfakta bilgili ve becerikli olan kayınvalidemden ilk öğrendiğim şey, gençliğinden beri alışveriş yaptığı baharatçısının yeri olmuştu. İyi malzemeyi alabileceği yerleri bilmek, evrenin sırlarından birine vakıf olmakla denk şeydir mutfak severler için. Şaka gibi gelebilir kimilerine, ancak Yüksel anneden aldığım bu bilgi, enikonu miras kıvamında.
Peki bu bilgiyi kendime saklarsam içim rahat edebilir mi sizce? Mümkün değil! Öncelikle bildiğimi paylaşmayı severim.
Cunda'da Mola Cunda
Hayatımda ilk kez kendim seçmediğim bir tarihte, yörede ve otelde tatil yaptım. Anlatayım… Tam bir ay önce posta kutumda “CUNDA!” konulu bir e-posta gördüm. “Eyvah…” dedim, “Cunda yazıma bozulan bir Cunda sevdalısı yine sitem ediyor olsa gerek!” Nasıl gönül alabilirim düşüncesiyle tıkladım e-postaya, fakat okuduğumun aklıma gelenle uzaktan yakından ilgisi yoktu. AFF Reklam Ajansı’ndan gelen bir davetti bu.
Cânım İstanbul
şehrim İstanbul
04-09-2013
Filmler mi göçmenlerin ruhunu etkiledi, yoksa göçmenlerin tavrı mı filmleri tetikledi bilinmez. Tavuk ve yumurta ilişkisinin hakim olduğu alanlardan biri de bu sanırım; İstanbul’a karşı duyulan nefret-sevgi çatışması.
Cânım İstanbul’da doğdum. Birlikteliğimizin otuz senesi dolmak üzere. 1950’lerin sonunda şehre gelmeyi seçen dedem ve babama teşekkür etmeliyim belki. İnsan nerede doğsa sever elbet. Otuz sene önce Trabzon’da doğmuş olsam, yine aşkla söz ederdim oradan da mutlaka. Ama İstanbul...
Sucuk Ekmek
Bahar yorgunluğu ilkbahara özgüyse, bizi güz mahzunluğu vurdu demektir. İki gündür tansiyonum yerlerde sürünüyor. Hani ona altı, on bire yedi civarındadır hep; ama hiç dokuza beş buçuğu gördüğüm olmamıştı. Feridun’da tansiyon normalse de baş ağrılarıma eşlik ediyor sağ olsun. Kolumuz kanadımız düştü, bir garip olduk. Bu halimiz yüzünden güze kara çalmak ne denli adil, bilemedim aslında. Memlekette iç huzuruyla, oh diyerek uyuduğumuz geceler iyice azaldı...
Sandık Perşembesi I
Zaman kendi geleneğini yaratıyor. Gelenek dediğimiz de türlü türlü uydurmalarımız ya, hepsi yaşamın kenar süsleri işte… Güncel geleneklerden biri de haftanın bir gününde geçmişten bir kadrajı yeniden paylaşmak. Adı malum, yineletmeyin bana şimdi. Karafakiden de kendi usulünü yaratacak bundan böyle. Sandık Perşembesi… Sandığa kaldırılmışlar arasından bir “an”, biraz havalandırılacak.
İncir Tatlısı
Herkesin yuvasında pişen, kuşhâneden çıkma misali… Severek yediğimiz, kendi halinde lezzetler var hafıza defterimde. O defterden iddiasız parçaları Kuşhâne bölümünde paylaşmaya devam edeceğim.
İşte o kendi halinde tatlardan biri de incir tatlısı. Görüntüsü nedeniyle “kendi halinde” desem de tadı kuru incirin birkaç gömlek üstünde bir zevk veriyor doğrusu.Basitin basiti de bir tarifi var. Ölçüler biraz göz kararı.
İyi ki Doğdun Annem
Bulamadım fotoğrafı. Sene 1990. Siyah önlük, beyaz yaka. Etrafı çamlı, zemini beton bir okul bahçesinin taş duvarı dibinde bir bank. Genç bir kadın bankta oturmuş, ilk dersinden henüz çıkmış kızının heyecanla anlattığı şeyleri dinliyor. Kadın da heyecanlı, mutlu ve yirmi dokuz yaşında. Annem.Gözümde ne de büyüktü oysa annem. Sözüm ona okula başlamak benim de artık büyük olduğum anlamına geliyordu, ama annem gibi çok büyük değildim. Kim bilir ne kadar da uzun zaman geçmesi gerekecekti...
Vefa, Zeyrek, İstanbul’u Gezmek
şehrim İstanbul
29-10-2013
Küçük, küçücük bir çember içinde yaşıyor, dolaşıyor, birbirimizi fark etmeden aynı sokaklardan yan yana geçiyor, sonra çarpışıp tanışıyoruz. Tesadüfler deyin, kurgu deyin, sarmal deyin, karma deyin, ne derseniz deyin… Galiba tanıdıklarımız ve tanışacaklarımız, hep önceden sözleşmişiz… Böylesi ‘mistik’ ve ‘romantik’ bir girişin ardından sıralanacak cümleler neyi anlatıyor olabilir?
Rahatı Kaçanlar
Bir sene daha… Bir Kasım ayında kaçtı rahatımız. “Sevdalanmaya gidiyormuşuz meğer” dedik defalarca. Dünya döndükçe kaç kez indik yer yüzüne, kaç sefer farklı yollardan geçtik, kaç kez yanlış köşeleri döndük bilemem, ama bir güz kesiştirdi yollarımızı. “İlk” olmasa da yine de bahardı. Ağacın rahatı elbet kaçardı…
Steve McCurry İstanbul'da
Hayranı olduğum, dünyaca ünlü fotoğrafçı Steve Mc Curry, Türkiye'nin yeni tanıtım kampanyasının fotoğraf çekimleri için İstanbul'a geldi. Sanatçının 1985 senesinde National Geographic dergisine "Afgan Kızı" adıyla kapak olan fotoğrafı dünya çapında yankı uyandırmıştı. Türkiye'de de en çok o çalışmasıyla tanınır... 2002 senesinde McCurry, bir mülteci kampında bıraktığı Afgan kızının izini sürmeye karar verir...
Cânım Foça
Bu sene en son Nisan ayında gördük güzelimi. Koca bir yaz ve dahi güz ondan ayrı geçti. Hasret derinleşti... Hayat bu... Mayıs’ın sonunda İstanbul’da başlayan direniş hareketleri, ister istemez piyasaları etkiledi. Ekonomimizi zorlamamak adına, hareketlerimizi biraz sınırladık bu nedenle. Gerçi her işin ikinci bir yüzü var; bu sayede şehrim İstanbul’u daha sık gezdik. Zaten bazı dönemler vardır ki herkes çeşitli bedellere katlanır. Bizim ki ne ki?
24 Ocak
Ve yirmi bir sene… Hep bir çocuk ömrüyle kıyaslıyorum. O gün doğanlar bugün genç bireyler… Kimileri erkenden evlendi. Kimileri erkenden askere gitti. Kimisi evine döndü, kimisi dönemedi. Kimisi üniversite koridorlarında, dersten derse koşuyor; Kimisi geçtiğimiz yaz sokaklardaydı, Kimisi o sokaklarda gözünü kaybetti, Kimisi de arkadaşını… Unutmayalım… O gün bir can alan sistem, uzun zamandır işliyor.
Bursa'nın Ufak Tefek Taşları
Sabiha Gökçen Havalimanı’na (SGH) çok yakına taşınırken bizi heveslendiren bir şey de günübirlik ya da kısa seyahatlere çıkarken elde edeceğimiz bölgesel avantajlardı. Zamandan tasarruf, ulaşım masraflarından tasarruf… Örneğin yeri gelince uzak bir şehre 20-30 TL’ye uçak bileti alabilirken, havalimanına ulaşmak için taksiye tonla para ödemekten kurtulacaktık. Az şey mi? Üstelik eve dönüşler gözümüzde büyümeyecekti...
Sandık Eskisi, Yağmurun Sümüklüsü
Sandık eskisi yazı da nereden çıktı demeyin sakın. Sosyal medya üzerinde Beste’nin grubunda bir ağacın bahsi geçti. Ki ne ağaç! Çocuklukta aşkına düştüğüm ılgın... Sonra içinde ılgın geçen, 2005 Nisanından kalma yazım geldi aklıma. Öylesine bir yazı... Ama hem ılgının bahsi var hem yağmurun... İstanbul’da yağmura hasret kaldığımız şu günlerde iyi gitmez mi hem? Yağmur kokusunu anımsamak, yağmur canlılarını anmak? Bence gider...
Erken Hasadın Gerçek Bedeline Dair
Bir arkadaşımız Feridun’a, muhtemelen haklı bir ekonomik kaygı içeriğiyle, “Erken hasat zeytinyağı ile natürel sızma zeytinyağı arasındaki fark ne? Almak istiyorum, ama diğerine neden daha fazla ödeyeceğimden de emin olmak istiyorum” demiş. Feridun da bana sordu. Ben de kendime sordum. Bu sabah kahvaltıda bu konu beynimizde çınlayana dek, aslında erken hasat zeytinyağına ilişkin bilgi değil de malumat sahibi olduğumu fark ettim. “Erken hasat zeytinyağının daha yoğun bir tadı var. Aslında..."
Bahar Gelsin
Bazı tarihleri unutamayacağım. 31 Mayıs 2013 gecesini mesela... Mesela 2 Haziran 2013 gecesini... 17 Aralık 2013 sabahını da... 24 Şubat 2014 gecesini de... O kadar yoz, pis, bulaşık haldeyiz ki tüm kavram ve kurumlarda, insanın eli erip de yazamıyor artık... Ar ediyoruz... Lakin...
Beş Bin Altı Yüz On Dördüncü Gün
İlk selamımı 2004’te salmıştım kozmosa. Bu sene ekim ayında on altı yıl geçmiş olacak o merhabanın üzerinden. On altı yılda çok olay yaşandı ve çok şey öğrendim, öğrendik. Hep beraber değiştik, özümüzden aksi bir şeye dönüşmeden… Eskiden ne çok yazardık, öyle değil mi? Elli yüz, derken binlerce blog olmuştuk blogosferde. Git gide internet teknolojisi hız aldı. Bambaşka iletişim kanalları açıldı önümüze.
Kaz Ayağı Var Ama...
Babam geçen gün Kadıköy Çarşısı'nda, Kilise Meydanı'na bakan pastanelerden birinde oturmuş, meydandaki çalgıcıları seyrediyormuş. Etraftaki masalarda, onun gibi oturup gösteriyi izleyen yaşlı ve orta yaşlı insanlar varmış. Bir beyle sohbete başlamış. "Eskiden Sirkeci'de kahvehanelerde İsmail Dümbüllü'ye rastlardık; o zaman da böyle keyifle oturur dinlerdik onu. O günlere benzedi" diye bahsetmiş. O sırada, yan tarafta oturan ve babamın tabiriyle "travestiydi sanırım" dediği bir ‘efemine’ bir bey
Cuma Açılan Kapının Ardında
şehrim İstanbul
07-03-2014
İnsan niyetine girmeye görsün… Cuma denince aklıma Beyazıt Meydanı düşer. Okulum, İstanbul Üniversitesi’nin anıtsal kapısının nöbetini tuttuğu meydan. Bu meydandan ana kampüs içine girildiğinde, ola ki o gün bir protesto yoksa, şehrin gürültüsü dışarıda kalır. Ağaçların koruyuculuğunu üstlendiği bir huzur başlar. Uzun bahçe boyunca yürümek güzeldir. Ve eğer günlerden Cuma ise bu yürüyüşün sonunda ödüle açılan bir kapı vardır. Yalnızca Cuma günleri açık tutulan, Süleymaniye Camii’ne açılan...
Çığlık ve Umut
Rant, talan, yıkım, kıyım, pespayelik, duyarsızlık, zorbalık, yalan dolan, saygısızlık ve saygınlıktan yoksunluk, insanlıktan çıkış, herkese ve her şeye ihanet, acıtma, acımama... Hani öyle bir yer ki... Atilla Atalay’ın Sıdıka romanında, Balkanlar’da yaşanan bir katliamı protesto etmek için BM’ye telefon etmek istiyordu Safiye Saka... Kızı Sıdıka ”anne, dil bilmiyorsun ki, ne diyeceksin?” dediğinde...
Güle Güle Altıntepeli Mehmet Pişkin
Bugün, Altıntepe'nin efsanesi, kimimizin "Pastacı Mehmet", kimimizin Mehmet amca, kimimizin Pişkin Dede dediği, sevgili Mehmet Pişkin amcamızı sonsuzluğa uğurlamışız. Geç haberim oldu. Sanıyorum vakitlice öğrensem, mutlaka onu uğurlamaya Altıntepe Camii'ne giderdim. Kimleri uğurlamıştın sen o avludan. Altıntepe senin etrafında kurulmuştu sanki ve sen hepimizi gömebilirdin gibi gelirdi. Oysa çok kolay gitmeler... Bunu aklımdan hiç çıkartmamış olsaydım...
Taze Elden Taze Pişmiş...
Puslu, yağmurlu, ılıman bir ilk bahar akşamüstüydü Marmara’da. Denize bakan yeşil yamaca sırtını dayamış bir meyhanedeydim, sana veda öpücüğümü gönderdiğimde. Aldın, biliyorum. Gözyaşıma kızdın belki. Aslında bu düşüncemde yanılıyorum. Ağlamaktan ve bunu göstermekten çekinmeyen tanıdığım üç erkekten biriydin sen. Son kez, Erol amcam için ağladığını görmüştüm. Moda’daki evin salon kapısındaydık. Yanaklarımı okşamıştın, gözünün yaşı akarken. Sonra da sendeleyerek yatağına dönmüştün.
Unutmaya, Anmaya ve Şaşırmaya Dair
Üniversiteye girdiğim yıl, belirli günlerde duvarlara asılan afişlere şaşardım. Bir delikanlının ya fotoğrafı ya resmi... ”....Ölümsüzdür”, ”.....’nın Hesabı Sorulacak”... Şaşırmam çok yönlü olurdu. Öncelikle tüm bu tarihleri nasıl da kaçırmadan takip edebilirlerdi? Ya da tüm bu isimler nasıl unutulmazdı? Ve sonra şaşardım; resimlerdeki, fotoğraflardaki yüzler öylesine çocuksu, öylesine genç, öylesine ben yaşlarda olurdu ki neden, ne için, ne zaman öldürülmüş olabileceklerini tahayyül edemezdim.
Bir Kitap Yazdı, Yanağını Dayar Uyursun
Ve oldu! Sonunda oldu! Sevgili arkadaşım, ailemizin prensi Cenk Sönmezsoy’un, geniş bir kitle tarafından, dört yıldır sabırla beklenen kitabı nihayet tamamlandı ve yarın baskıya giriyor! Öylesine mutluyum ki nasıl ifade edeceğimi bilemiyorum. Sanıyorum baskı tamamlanıp da kitabın ilk kopyasını eline aldığında Cenk, benim yanağımı Ege’nin yanağına ilk dayadığım anki duyguyu yaşayacak.
Kitap Yerini Bulur
Sonunda önce yemek bloglarında ve şimdi de yemek yazınında yerli çıtamızı alabildiğine yükselten bir eserle karşımıza çıktığı için de ikinci bir teşekkürü hak ediyor Cenk Sönmezsoy... Evet... Şimdi sessizlik lütfen. Biraz okumam gerekiyor. Sonra biraz daha. Sonra biraz daha... Okuma işi bitince, herhalde mutfağa giderim...
Bizim Foça
Sağır Sultan da duydu. Beş senedir her fırsatta Eski Foça’da alıyoruz soluğu. Bilmeyen kalmadı. Başlarda “A-aa yine mi Foça’dasınız?” diyorlardı. Sonra alıştılar. Şimdi başka bir yere gitmekten söz etsek “A-aa Foça’ya gitmiyor musunuz?” diyorlar. Buna karşın, geçen seneye dek blogda yorumlarda ya da özel e-posta ile Foça’ya ilişkin soru sorana rastlamıyordum. İlk kez geçen sene bir iki kişi birkaç soru sordu.
Sadece İnsan
Serbest gezen tavuk ve onun yumurtası, çayırda beslenen dana, ekolojik bal gibi ”gerçeği” sahtesinden ayıracak sürü sepet tanımlama türetilmişken, hala hepimizin sadece ”insan” olarak adlandırılıyor olması gerçekten tuhaf.
Foça Salısı VI
Uzun zaman oldu, kaçtı gitti elimizden. Nedir o? Huzur...
İç huzurumuzu vicdanımızla harmanlayıp, belki sürdürüyoruz yaşamlarımızı.
Ancak topyekun, doyum tokum, kamusal huzuru yitireli çok oluyor.
Yerelde ve küreselde sürdürdüğümüz tüm şımarıklıklarımız, şimdi ayağımıza dolaşmakta.
Geçer mi?
Cenneti Yaratmak
”Biri yerine diğer benzerini” tercih ederken, aslında neyi onayladığımızı hiç ama hiç unutmamamız gerekiyor. Bugün Hürriyet’ten Özgür Bolat’ın çocuk gelişimine ilişkin bir yazısını okudum. Ailelerin çocuk yetiştirirken yaptıkları yedi hatadan söz ediyordu. Bunlardan bir tanesi de ceza-ödül mekanizması ile kontrol... Örneğin çocuk kitap okusun diye ona ödül verdiğimizde bu iş çocuğa kitap okumayı sevdirmek yerine kitabı değersizleştiriyor. Hedef ödül olunca kitap araca dönüşüyor.
Otuz İki Sene
Otuz iki yıl önce bugün kim bilir ne kadar da heyecanlıydınız... Biriniz için hayatın hiç bilemediği bir alanına ilk adım, bir diğeriniz içinse ikinci bir bilinmeyene yolculuk… Sevgi, her bilinmeyeni göze aldırıyor insana… Kimisi umduğunu buluyor, kimisi pişman oluyor… Otuz iki yıl… İyisiyle kötüsüyle, varlığı ve yokluğuyla, sağlıklı günleri ve hasta anlarıyla, neşede ve hüzünde hep beraber olmayı başardığınız otuz iki yıl…
Sonbaharda Aşk Nasıldır?
İstanbul'un Arnavut kaldırımını çınar yaprakları öperse Eylül'de...
Foça'nınkini de begonviller öper...
Hasılı... Sonbaharda aşk başkadır...
Ömür Biter İstanbul Bitmez!
şehrim İstanbul
18-09-2014
Son günlerde elimden düşmeyen bir kitap var. "Ömür Biter İstanbul Bitmez". Altıntepe'deki evin Yılmaz (Öztürk) amcamdan miras kütüphanesinde birkaç ay önce rastlayıp, aldığım bir kitaptı bu. Her romanın, şiirin, öykünün, hasılı her kitabın kendine has bir vakti vardır ya, o vakit gelince okunur. Benim için de bu kitabın vakti, yaz mevsimiyle son koklaşmalarımızın yaşandığı günlermiş... Kitabı seçme nedenim, adıydı. İstanbul'a dair herhangi bir kitap, aşırmalıktır şüphesiz. Ne zaman ki ...
Cennet Kapısında Birikenler
Uzun siyah saçlarındaki beyazları gizlemezdi. Arkada, gevşekçe toplardı onları. İlginç giysileri olurdu. Daha doğrusu çocukken bana ilginç gelirdi, o dökümlü, koyu renk kıyafetler. Öyle eni konu makyajı olur muydu, anımsayamıyorum. Lakin siyah sürmeli, maskaralı hoş bir göz makyajı belleğimde kayıtlı. Yumuşak bir ses tonu ve iddialı bir vurguyla konuşurdu sanki. Çok zaman oldu görmedimdi...
Hoşgeldin Güz!
Hoşgeldin 21 Eylül... Ne güzel getirdin güzü! Hoşgeldin pul pul balıkların adil mevsimi... Hoşgeldin toprak kokulu mantarların mevsimi... Hoşgeldin şehri gezme mevsimi... Hoşgeldin güz, hazan, sonbahar... Hoşgeldin!
Hayatı Kendi Ellerinle Yapmak
Geçen gün bir makale ilişti gözüme. Yanlış hatırlamıyorsam “çocuğunuzun sıkılması için yapabileceğiniz sekiz şey” gibi bir başlıkla paylaşılmış bir makaleydi. On dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar “sıkılmak” kavramının bilinen, kullanılan bir kavram olmayışından söz ediliyordu yazıda. Tüm olay, endüstriyel devrim ve sonrasında gelişen tüketim ekonomisinin yaratımıydı.
Sandık Perşembesi VII
Bu hafta, sandıktan eski manzaramı çıkarttım. Çocukluğumun, ilk gençliğimin ve anneliğimin ilk senelerinin geçtiği evimi şenelten bu manzaraydı. Eskiden, çok eskiden Büyükada’dan Bostancı İskelesi’ne ve Bakırköy’e dek geniş bir açımız vardı. Ben büyüdükçe manzara daraldı, daraldı, daraldı... Sonunda geriye Burgaz Adası’nın birazıyla Kınalıada kaldı. Gün geldi, evimizden ayrıldık.
Ceee Dedin Bana
Önceki gece bir imgeyle girdin düşüme. Zahir Eminönü. Hacı Bekir’in önü. Sepya bir kalabalık. Uzun bir kuyruk, ama çok uzun. Sıradayım. Bekliyorum. Sabırlıyım. Nihayet sıra bana geliyor. Tezgahta yaşlı bir kadın var. “Biz” diyorum, “onunla her bayram gelir, kilolarca çifte kavrulmuş lokum alırdık”. Başını sallayarak dinliyor kadın. Sonra bir kapının ardında kayboluyor. Saatler geçiyor sanki. Kimse geri gelmiyor. Geçiyorum ben de o kapıdan. İki kadın, kurutulmakta olan lokumların başında...
Otuz Bir Eşiği
Otuz bir yaşın şafağına, içimde bir itirafla uyandım. Gönlümüz de ensemiz de kararmasın hani, lakin bu duyguyu inkar etmek, kendimi ve insanlığı kandırmak olurdu. ...Otuz değil bir insanın dönencesi. Haydi kadının diyeyim, erkeği bilemem. Otuz değil. Otuzda yirminin, nasıl desem, hevesi var belki… Otuz bir denince bir eşikten adım atıldığı fark ediliyor sanki.
Canı Sıkılan Erguvan
şehrim İstanbul
22-10-2014
- A a a aaa! Bu ne hal?
- Sana da merhaba!
- Yahu nedir halin?
- Ne varmış halimde?
- Çiçeklenmişsin!
- Sana ne?!
- E ama aylardan Ekim!
- Bana ne?!
- Olur mu hiç canım? Besbelli ya çıldırmışsın ya da ihtiyarlıktan bunamışsın!
- Eeeh… Haydi git işine bakalım! Adam gibi iki çift laf ederiz sanmıştım! Madem tadını çıkartmıyorsun şenliğimin, gölge etme bari! Haydi haydi! Git bak aşağıda uslu uslu sararıp, yaprağını döken çınarlar var. Beti benzi atmış atkestaneleri var. Haydi git oraya!
Yaşamamayı Seçmek
"Çok yaşasın yaşamak! Merhaba otuz bir yaşım!" diye bitirdim yazımı... Bu sabah, doğum günü yazımı yayımlarken, Karafakiden'in kontrol panelinde bir garip hareketlenme fark ettim. "Güle Güle Altıntepeli Mehmet Pişkin" yazısı anormal bir giriş ve okunma kaydı gösteriyordu. Önce bir tür arama motoru robotu olduğunu düşündüm. Ancak sonra sürekli farklı IP'lerden giriş olduğunu gördüm. Derken Facebook'ta bir arkadaşım "intihar mesajı videosunu paylaşan" bir adamdan söz etti...
İki Kişinin Mahremidir Kahve
İki kişinin mahremidir kahve. Sütlü kahve mesela, birkaç dost, komşu ile lezzetlenir. Ancak bol köpüklü kahve, iki kişinin arasındaki sırra dilsiz bir tanık, gölgeli, ağır bir örtüdür. Şüphesiz iki kişinin mahremidir… Hanidir bu cümlelerle başlayan ya da en azından içinde buna benzer cümleler geçen bir öykü yazmayı düşlüyorum. Düş o kadar uzun süredir zihnimde ki artık beynim, bir oyunla, o öyküyü yazılmış kabul ediyor sanırım.
Aşureden Büyüklere Masallar
“Yaşayan görür” derdi Nur… Döndü dolaştı dünya, hatta daha doğrusu sevgili ay, geldik yine Muharrem’e… Çocukken Muharrem’i bilir miydim, anımsayamıyorum. Yani aşure ile takvimin bağının çok da farkında değildim sanırım. Güllacın zamanı elbet daha belirgindi zihnimde, ama aşure sanki yılda bir, ama kim bilir ne zaman yapılan bir tatlıydı.Yine de hayal meyal anımsadığım, Nuh Tufanı efsanesinin fısıldanışıydı. İlk kimden dinlemiştim acaba?...
Güz Yaprakları Şenliği
Mevsimlerin iyiden iyiye ayırdına vardı Ege. ‘Eski’den yalnızca sıcak ve soğuk olan hava, artık daha anlamlı onun için. Güneşin parıldadığı günler besbelli Foça mevsimi ve bu da demektir ki taze dondurmanın tadına varacağız. Havaların soğuyup günlerin kısaldığı kış günlerinde, yazdan kalma dondurmayla idare edilmişken, taze dondurmanın kıymetini bir kez daha anlayacağız. İlkbahar desen, yeşilin, pembenin, beyazın, sarının ve daha bir çok rengin canlandığı devre. Hele ki İstanbul için erguvan...
Mesele Tombalada Değil...
"Dünyada savaşlar 2000'e kadar bitmezse, bir daha asla yeni yılı kutlamayacağım" diye bir yazı yazmıştım 1995'te. Çocukluk işte... Bugün o lafımdan beni en utandıran şey, gördüğüm bir fotoğraf. Hani şu 2. Dünya Savaşı sırasında, Londra'da bombalanmış bir kütüphanede kitap bakan iki beyefendinin göründüğü fotoğraf... Dünya hali bu. Bizim yaşadıklarımızdan daha ağır şartlardan geçti galiba insanlar yüz yıllar boyu. Yalnız ne içiyorlardıysa galiba bizim kadar yaşama zevkini tüketmediler hanelerinde
JE SUIS CHARLIE
"Ama" ile başlayan cümleler "gerçek İslam bu değil" güzellemesiyle son buluyor yine ülke dahilinde.
Kolaylıkla "ama bazı kalemler de masum değil" diyebiliyor insanlar. Facebook insanları, Twitter insanları. Kimisinin adının önünde "TC" göndermesi oluyor üstelik. "Ama bazı kalemler de masum değil".
Nasıl işlemiş içimize? Hangi kalemin masum, hangi kelamın makbul olduğu güce göre değişirken, hep bir onaylama payı buluyoruz demek. Oysa şu memleket, birileri yazdıklarını beğenmiyor...
Nasıl da Hemen...
Bu akşam biraz huysuzlandın. Dert, babanın tezhip malzemelerini, özellikle boyaları ele geçirmek. Söz verildi, hafta içi beraber boya yapmak üzere. Fayda etmedi. Bir saat boyunca gittin geldin, boyalar için dil döktün. Sonunda ağladın. Epeyce. Burnun tıkalıymış hafif, genzin doldu. Öksürdün. Epeyce. Tükürdün. Bir kez verilmiş sözümüz var, dönmedik. Öksürdün ve sineye çektin.
Diren Mimoza
Üstü başı bembeyaz olmuş. Kökten uca çok üşümüş görünüyordu. Aman! dedim,ne yaptın?! Sen de geç kalan erguvandan beter, bu vakitte çiçeklenmek ne demek? Donacaksın!
Hiç ses etme, dedi. Gelmesem senin halin bugün beterdi. Benim her bir çiçeğim bin güneş! Beni de ısıtır seni de. Sen hiç ses etme...
Salonda Boğaziçi
Işıl ışıl gökyüzü sefamız iki gün sürdü. Eski takvime göre havanın şenelmesine daha kırk gün kadar var. Hani derler ya “Kasım yüz elli, yaz belli”. Yaz belli dedikleri, baharın gelişi. Baharı gören, kısmet, yazı da görür zahir. Hoş biz görsek de görmesek de yaz belli! Bulutlar çoğalınca tepemizde, yeniden kış ruhuna büründüm. Dün, yorgunluk, bezginlik üstümde egemenliğini ilan etti tekrar. Kadim kitaplıktan yürüttüğüm son kitabı elime aldım, ama bir şey eksikliğini hissettirdi hemen.
Oyuncakçı! Çocuk Oyuncak İstemiş
Baş başa kahvaltı yapıyorduk bu sabah. Ekranda İrfan Değirmenci’nin sabah haberleri… O Üşengeç Yengeç’le ilgileniyordu. Bense çayımı yudumlarken İrfan’ı dinliyordum. AKP’nin Manisa mitinginden görüntüler, sonra da seçmenle sohbet… Orta yaşın üstünde bir bey, mutsuzluk içinde şikayet ediyordu hallerinden. Ege “Ne kadar da sert konuşuyor…” dedi. Sohbete başladık.
“Sert konuşuyor çünkü biraz mutsuz bu amca Egeciğim.” “Neden?”
Siz Evin Delisi Diyebilirsiniz Ama O Bir Afrosit
İnsanlar girer yaşamımıza. İnsanlar veda eder bize. Bazen yollarımızı kendimiz ayırırız. Kimi zaman ummadık bir kapıda buluşur tanışmayanlar. Kapanan her kapı hoşgörüyle kabullenilmeli; çünkü evrenin, Tanrı’nın planı bir başka yerden mutlaka bir ışıklı pencere açacaktır. Hoca’nımın Pazar vaazı kısa olur! Hoc’anım demek gönlünüzü okşamazsa “yaşam koçu” da deyiverin. O zaman da derim ki “bedava seans, bu kadar”! Keza asıl diyeceğim başka. Neredeyse dört sene olmuş biz Başak’la Başak sayesinde...
Neler Oldu Neler
Son yazıdan bu yana tam üç mevsim, iki seçim, sayısız olay, sayısız kayıp, sayılabilir miktarda sevinç yaşadık hepimiz. Yazacak pek çok şey birikti. Yazmaktan vazgeçmişlikle ilgisi yoktu sessizliğin. Biliniz. Hele ki umutsuzluk, bezginlik, boşvermişlik gibi haller hiç uzun süre etki edemedi bana. Biraz bakım vardı Karafakiden’de… Biraz da benim çalışmalarım yoğundu. Siz de unutmuşsunuzdur; yüksek lisans tezi yazıyorum son üç senedir ve nihayet son düzlüğe geldim...
Geç Ve Güç Ama Bitti
Günlerce süren şenliklerle kutladık gerçi. Siz duymadınız mı? Bu bloğun sosyolog yazarı, sonunda “yüksek sosyolog” oldu. Bilim uzmanlığını kazandı. Hem de ta 16 Haziran 2016’da. Memleketin hayhuyundan, hırgüründen sıra gelip de anlatamamış olabilirim. Affediniz.
Benim tez, bitti.
Yokluğunda Yedi Yıl
Geç vakit yattım. Ege ise çok erken uyandırdı bu sabah… Gariptir; hiç zor gelmedi uyanmak. Giyindik, kuşandık. Sokağa çıktık. Hava mis gibi. Güneş görünmüyordu ortalıkta; bulutların ardındaydı. Ama gökyüzü pek ferahtı. Dalları bembeyaz çiçeklerle süslenmiş vişne ağacı selamladı bizi. Ege’yi anneme bıraktım. Eve dönerken kaldırım taşları arasından fırlayan hindibalar dikkatimi çekti. Sarı sarı, dik başlı. Bir yolunu bulup, yükselmişler. Bahçemizde leylak ağaçlarının kimisi tomurcuklu, kimisi...
Abbas Kiarostami Anısına
İranlı yönetmen Abbas Kiarostami’yi de kaybettik bugün... Sevdiğim bir yönetmendi. İran sinemasına ilgimi hareketlendiren isimdi. ”Devrim”den sonra neden İran’da kalmayı seçtiğini açıklarken babasının bir sözüne değinmişti bir söyleşisinde. Babasının sözü ”Başın kopacaksa da kendi şapkanı giyerken kopsun” idi... Üstüne uzun zaman düşünmüştüm. Sevip kalan ile sevip terk edenin acıları ortaktı neticede...
Sadık Usta ve Fokai Balık Restoran
Fokai Balık Restoranı’nı sanıyorum Foça’ya üçüncü gidişimizde ancak keşfedebilmiştik. Oysa Sadık Başyiğit’in işletmesi olan Fokai Foça’nın en eski balık lokantalarından biri… “Kaliteli mezeyi, taze balığı nerede yeriz?” diye kime sorsak ilk zamanlar, herkes bize meydanda balıkçı kayıklarının sıralandığı Küçük Deniz Limanı’ndaki sıra sıra lokantalardan birini öneriyordu.
Kedi Konseyi
Mini minilerin ve orta öğretimlilerin tatili bitti. Okul yollarına düşüldü yine. Söylememiştim, değil mi? Bizim Ege de okullu oldu sonunda. Birinci dönem okuma yazma işini kıvırdı. Şu sıralar dört işlemin ilkiyle kaynaşıyor. Maceranın büyüğü şimdi başladı.
Evimizle okul arası mesafe “acaba mancınıkla bahçeden bahçeye fırlatsak mı?” dedirtecek kadar kısa. Yok yok… O kadar zalim değiliz canım! Fakat teleferik sistemi düşünmedik diyemem. Hiçbirinin olacağı yok ya...
Sakatat, Koko ve Gastro Bir Şeyler
Sizin çevrenizde gastro-ırkçılar var mı? Terim kulağınıza kötü gelmemiştir umarım; az önce uydurdum. Benim reel çevremde -şükür- gastro-ırkçı diye tanımlayabileceğim insan sayısı bir elin parmaklarını geçmez; ancak sosyal medyada bu sayı gerçekten yüksek. Ve çoğu gastro-ırkçı için şu sıralar çok popüler bir konu var:
Şehvet ve İştah
Dün akşam, önceki sene taradığım, elli altı yıllık gazete arşivimi gözden geçiriyordum. Tezim için yaptığım bu taramamın ana teması küreselleşmenin mutfak kültürümüze etkileriydi. Bu uzun ve yorucu işin en eğlenceli yanı, yalnızca yemek yazılarını değil, o esnada ister istemez memleketin son elli altı yıllık sürecini de hızla görebiliyor olmaktı. Farklı alanlardaki değişim, dönüşüm dikkatimi çekmişti. Çeşitli notlar almıştım. Çarpıcı durumlardan biri 1990'lı yılların basınının sahip olduğu cinse
Çocukluğum Ahududu Kokar
Benim çocukluğum ahududu kokar. Koku belleğimde ilk yer eden, çocukluğum boyunca sık sık içtiğim öksürük şurubumun aromasıdır. Kırmızımsı pembe, berrak bir sıvı, mis gibi ahududu kokulu ve hanidiyse likör yakıcılığında… O geçmek bilmeyen çocukluk günlerinin ve can sıkıcı hastalık devrelerinin en kıymetlisi işte bu ahududu aromalı öksürük şurubumdur.
Ecza, Eczane, Sırhane
Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane'de ilk eczacılık sınıfının açıldığı 14 Mayıs günü, Eczacılar Günü olarak kutlanmakta memlekette... "Dükkan açmak için fakülte okuyan esnaf sınıfı" gibi görünür kiminin gözüne ya...
Oysa çocukluğuma dönüp baktığımda, mahallelinin, sözüne doktordan daha çok itibar ettiği kişilerdi eczacılar. En mahrem sırların dahi paylaşıldığı, şifa yüklü dükkanlar, insanlar...
Okul Duvarı Erguvanı
şehrim İstanbul
10-09-2019
Her zamanki yerinde duruyordu. Okul duvarının dibinde…
Pembe mor süslerini kuşanmadıkça bakan yok güzelime, dedim.
Yaklaştım. Öyle güzel kahve rengi yapraklar serpiştirmişti ki dallarına… Dayanamadım, biraz daha yaklaşıp, izinsiz, fotoğrafını çektim. Fotoğrafı çekerken, ayağım taşa takıldı. Takıldığım taşı görmek için başımı eğince, yerde ne göreyim?!
Pembe mor süsler, konfeti gibi dökülmüşler ulu orta.
Şehrin Sessizlik Hâli
Şehirde sükûnete alan kalmadı.
Büyük bunalımın bu olduğunu kanısındayım, İstanbul’da… İçinde yaşayanların kabalığı, hoyratlığı, edep adap yoksunluğu yüzünden yaşadığımız tüm karmaşa bir yana; bir nebze olsun sükûnetle buluşabileceğimiz, hem de ona kısa zamanda ulaşabileceğimiz mekân ve andan koparılmış hâldeyiz.
Daimî ses hâkim.
Mekanik seslere alıştım. Onları duymayabiliyorum artık. Ancak beni en huzursuz eden ses, sürekli telefonda birileriyle konuşan insanların sesi. Yabanî olduğum...
Kendime Giden Yolda
Göçmenlerin televizyonlara yansıyan görüntülerini izlediniz mi? Yani elbet rastlamışsınızdır. Elbet haberlerde gözünüze değmiştir. Hatta kaygı ile izlemişsinizdir. Ben de farklı değilim. Televizyon kanallarındaki haber programlarında sırtlarında çantalar, denklerle yollara düşen göçmen kafileleri görüntülerini defalarca izledim.
Bir gün, “ya ben olsaydım?” diye sordum. Sahi, ya o göçmenlerden biri ben olsaydım?
Semtin Yengeci
İki sezondur, kışa başka gözle bakıyorum. Ona karşı duygum değişmedi. Sevdiğimi söyleyemem. Fakat diğer üç mevsim kadar renkli olduğunu kabul etmem gerekiyor. Keza iki sezondur, özellikle yeni yıl zamanlardında, kış doğasının sessiz sedasız sunduğu güzelliklere dikkat kesilir oldum. Karafakiden'in Instagram hesabını takip edenleriniz bunu fark etmiştir. "Doğada Pazartesi olmayabilir, ama yeni yıl ruhu kesin var" diyorum.
Gelmez
“Cânân ki Degüstasyon’a gelmez
Balıkpazarı’na hiç gelmez.”
Kalbime şiir tohumu eken adam…
İyi ki doğmuş Orhan Veli…
#OrhanVeli #KendineGelCanan #OGelmezseBizGidelim
Uzak Yakınlar
Sabah yine pırıl pırıldı hava ve deniz. Eksiği, motor sesleri... Öğlene güneş tepeye tırmanınca sularda ışıltılar da başlar. Bir karış olsun deniz görmek, Kınalı’nın Sivri’nin varlığını fark etmek iyi geliyor. Uzağımızda kalan yakınlarımız oldular... Adalara gitmeyi özlediğimizi fark ettik dün Ege’yle.
Durumlar gezintiye izin verip de bizim de yeniden sokağa çıkacak cesaretimiz olduğunda ilk gideceğimiz yer canım Burgaz olacak herhalde. Bostancı-Burgaz dediğimiz yirmi beş dakikalık yol.
“Ben”den “Biz”e Bir Yol: Etnografinin Etiği ve Evrensel Etik
toplum ve insan
12-02-2020
Tiyatro dilini sinemasından daha renkli bulduğum Yılmaz Erdoğan, bir gün BKM Mutfak’ın genç oyuncu/öğrencilerine bir görev verir. Shakespeare’nin bir oyununu, gündelik yaşam içinde karşılaştıkları “sıradan” insanlara, söz gelimi dedelerine, ziyarete gelen komşu kadınlara anlatacaklar ve onların tepkilerini/yorumlarını kaydedeceklerdir.
Kışın Namusu
1995-1996 seneleri. Akşamüstü Bostancı’dan dolmuşa atlar, Kadıköy’e inerdik. Nurten’le. Haldun Taner’de herhangi bir oyunu görmeye. Herhangi birini. Son dakika bileti. Ve illa ki ön sırada iki kişilik yer olurdu o son dakikada alınan biletler sayesinde. Ne çok oyun izlemiştik o iki sene, ama ne çok! Sahnenin kokusu burnumda hala... O günlerden bir oyun: Mikado’nun Çöpleri...
İnsanın Kültürel Evriminde Çocukluğun Anlamı VI
toplum ve insan
03-04-2020
Doğum aşamasından itibaren doğanın koşullarının egemenliğinin üstün tutulduğu avcı toplayıcı topluluklarda bebeklerin beslenmesinin ilk ve tartışmasız aşaması emzirmedir. Bebekler uzun süre, kimi topluluklarda üç ya da dört yaşına kadar anne sütüyle beslenmektedir. Bu da avcı toplayıcı topluluklarda doğum aralıklarını uzatan bir faktör olarak ortaya çıkar. Bebeğin anne ile olan bağı diğer tüm toplum tiplerine göre en yüksek seviyededir.
Hemşerim Memleket Nire?
Hemşeri dayanışması denen şey ne tuhaf... Birkaç ay önce banyo lavabosunun musluğunun bükülür borusu patlamıştı sabaha karşı. Hafta sonu karantinalarının başıydı. Demek Nisan’mış. Yataklardan fırlayıp, vanayı kapatıp, sabah uygun saatte, mahalleyi en iyi bildiğinden emin olduğumuz kişiye telefon etmiştik. Tesisatçı önermesi için...
Fındıklı Efsane
“Herkesin bir ev kurabiyesi olmalı. Çat kapı gelenler için mutfağın bir köşesinde, kapaklı kavanozun içinde, önceden haber verenlere de, fırına girmek üzere paketlenmiş olarak buzlukta. Kapıyı açtığınız gibi kokusu gelenleri mest edecek, zaman içerisinde sizinle özdeşleşecek, dostlarınızın adınızla birlikte anacağı bir kurabiye.”
İnsanın Kültürel Evriminde Çocukluğun Anlamı II
toplum ve insan
06-03-2020
Çocukluğun tarihi çalışmaları sosyal tarih kayıtlarından faydalansa da birebir sosyal tarih etkisi altında bir alan olarak görülemez. Bununla birlikte çocukluğun tarihi çalışmalarında aile tarihi, din tarihi, hukuk tarihi, demografi, dilbilim, psikoloji tarihi, iş tarihi, sanat tarihi gibi çok sayıda tarih kollarından faydalanılmıştır.
Sandık Perşembesi II
Alt çenesinde henüz sadece iki diş vardı. Üst çene ise boştu. Mini bir tırtıl gibi, kırt kırt kemirmişti o tatlı sonbahar elmasını. Zaman nasıl geçti anlamadım dersem, affedin, klişe sularına çivileme dalmış olacağım. Biliyorum. Akan biz miyiz, zaman dediğimiz mi? Ondan da hiç emin hissedemedim. İşim sözcüklerle, ama sözcüklerin bizle anlamlanması reddedilir olgu değil…
Marie Antoinette Onurumuzdur
Bazen dünyada normal unla, yani buğday unuyla bir şeyler pişiren kalmadı gibi geliyor bana. Teff unu, kinoa unu, amarant unu, susam unu! Bugün Instagram’daki yerli/yabancı sağlıklı beslenme hesapları arasında gezinirken, yine aklıma Marie Antoinette geldi... Neden? Çünkü!
Skan Do Çkimi Gacirebana
Yirmi yıl önceye gidip Çernobil faciasını engelleme şansımız yok; ama en azından Karadeniz’de kanser tanı-tedavi merkezleri kurulabilir çok sayıda. Çünkü öğrendiğime göre, Trabzon’da bile bu konuyla ilgili tek bir hastane ve yetersiz sayıda onkoloji merkezi varmış. Hele ki çevre illerde... Tanrı’ya emanet... Bir gün yolunuz düşerse (ki kimsenin düşmez umarım...) İstanbul Okmeydanı Hastanesi’nde, onkoloji servisinde, Türkiye’nin dört bir tarafından
İnsanın Kültürel Evriminde Çocukluğun Anlamı I
toplum ve insan
28-02-2020
Çocukluk evresinin, insanı diğer memeli türlerin büyüme ve gelişme çizgisinden ayıran önemli evrelerden biri olduğunu biliyoruz. Biyolojik olarak evrimleşen bu fark, günümüzde en “başarılı” sosyalleşmiş ve organize olmuş primat olan Homo sapiens’in yarattığı sosyal ve kültürel dünyanın da temel bir parçasıdır. Her ne kadar ülkemizde çocukluk olgusu pedagoji, pediatri ve psikoloji alanlarının ilgi odağında bulunsa da...
Bana Ne?
“Her güne bir yazı” diye başladım 2021’e. Küçük ekranlarda, avuç içlerinde kayıp giden yüzlerce “an”dan ibaret bir dünyaya sıkışıp kalındığının bilinciyle, başka pencereden seslenmekti niyetim. 24 Şubat’tan bugüne ise hiç yazı yazmadım. Ne fark etti? Gelip geçen, geçerken göz ucuyla bakanlar için hiç… O boşlukta neler oldu? Ne fark eder? Size ne?
Gündemin Gerçeklerini Konuşalım Mı?
Bence konuşmayalım. Gündemle ve gerçeklerle ilgili konuşulabilecek şeyleri tükettiğimiz hissindeyim uzun zamandır. Olanlar ortada. Çaresi belli. Atacağımız adımlar, her şeyi değiştirecek. Onu da yaşayıp göreceğiz.
Ben şuracıkta kendi kendime baharlardan yazlardan, kışlardan güzlerden, ottan, boktan ve denizden, kuştan söz edeceğim. Nikbinlikle yüklü yüreğimin eski halini anımsatacağım kendime. Nikbinlik de mi ne?
236 Sözcükle 60 Günün Özeti
Safranbolu’ya geleli tam iki ay oldu. Şubat 2020’den beri cancağızım Suriçi’ne ayak bastığım yoktu. Vedalaşamadan da ayrıldım. İçimdeki tek burukluk odur. O buruk tadın üstüne bir duble parlattım, geçti. Geldiğimizden beri sabah bulutlarla şenelmiş Sarıçiçek Dağları’nı görmekten, türlü kuş sesi duymaktan, çam çeşitlerini yavaş yavaş ayırt edebiliyor olmaktan dolayı çok mutluyum. Üstelik bazı şaşırtıcı olumlu koşul değişimleri de var.
812 Sözcükle 90 Günün Özeti
Safranbolu’ya geleli üç ay olmak üzere. Geçtiğimiz ay, ilk altmış günün tınısını, tadını özetlemiştim. Yazın Safranbolu’yu sevmek pek kolay. Sivri sinek derdi yok, tüm ülkenin kavrulduğu on – on beş gün dışında asla bunaltıcı sıcak yok, nem yok nem… Şu sıralar güz esintileri akşamları inceden odalarımıza sızmaya başladı. Renk cümbüşünü sabırsızlıkla beklerken, kışın neler getireceğini de merak ediyorum.
Cila Meselesi
Üniversite bitene kadar makyaj yapmadım. Sonraki yıllarda yaptığım şeye de makyaj denmez. Tüm malzemem bir ruj ve bir göz kaleminden ibarettir. (Haydi bir de acne rosacea azması hallerine karşı kenarda pudra durur.) Fakat üniversiteye başladığımdan beri tek dostum vardı(r) o da tırnak cilası. Trabzonlu yaşlı bir hanım ahbabımız vardı. Bildim bileli aynı renk -vişne çürüğü- oje sürer ve şimdi 87 yaşında olan bu hanımı bir gün bile ojesiz görmemişimdir.
Erguvan Çisentisi
Siz hiç İstanbul’un arnavut kaldırımlı sokaklarında, tek tek erguvan çiçekleri çisentisinde yürüdünüz mü? Ben yürüdüm. Dün gece. Dün geceydi... Çok güzeldi.
Güzbahar Esintisi
Öğlen yemeği molası vakti.
Okulun önündeki parkın kapısında Ege’yi bekliyordum.
Gözlerimi kapattım bir an.
Bir an.
Güneşin ışınlarının, kocaman çınarların kurumuş, kıvrılmış yaprakları arasından süzülüp göz kapaklarıma değdiğini hissettim.
Festival Festival Matitas
Bugün, 5. Safran Festivali’nin Hilton’da düzenlenen yemek yarışmasına bir göz attık.
Günün artıları:
Güzün son güneşli günlerinden istifade etmek.
Bir iki tanıdık görmek.
83 yaşındaki Şefik Dizdar’ın, yarı yaşındaki çoğu kimseden daha derin bir yaşam bağı olduğunu bir etkinlikte daha görmek. (Tamam, milyarder olabilir; ama yaşam bağı başka konu...)
Şeker De Yiyebilsin Çocuklar
Ege dün okulda koridordaki panonun Öğretmenler Günü için hazırlandığını söyledi. ”29 Ekim ya da 10 Kasım’da oldu mu bu?” sorusuna yanıtı ”hayır” idi. (Okul, çok memnun olduğum bir uygulamayla ilk ve orta bölümleri bir arada bulunduran bir okul.) İlkokullar şiir okumuştu, ama ortaokul kısmı hazırlanmamıştı. İşbu ve benzeri nedenlerle: Sadece Cumhuriyetçi, demokrat ve Atatürkçü öğretmenlerin günü kutlu olsun. Biliyorum, 24 Kasım, 12 Eylül darbecilerinin Atatürkçü görünmek için
Baklava Tepsisi Nerede?
Ramazan geldi, hoş geldi.
Baklava tepsisi boş bile gelmedi.
Çünkü tepsi, erzak almak için geçen hafta satıldı!
Çoğunluğun hayal edemediği bir darboğazdan geçiyoruz. Pabuç pahalı, yaşam pahalı, sağlık pahalı; eğitim, adalet için yorum yok... Henüz kıtlık görmedik, haydi hep beraber buna şükredelim. Fakat geçirdiğimiz şu dönemi umarım herkes idrak eder ve kimse unutmaz.
Sofra Zevkinin Adil Dönüşümü Üzerine - I
Yemek zevki altın çağını yaşıyor. Evde, sokakta, AVM’de, televizyon programlarında, internette, parkta, hastanede, her yerde yemek var. Her an yemeği konuşuyoruz. Restoranlar kadar şefler de ünlü. Çoğumuz “falanca şefin şu yemeğini” mutlaka tatmak için onlarca kilometre yol aşmayı göze alıyoruz. Yemek hem sosyal statümüzü göstermemize yarayan bir araç hem de toplumsal örgütlenmenin bileşenlerinin iyiden iyiye görünmezleştiği bir alan oldu.
Sofra Zevkinin Adil Dönüşümü Üzerine - II
Salgının henüz başıydı. Bilim dünyası uzun zamandır tanıdığı SARS ailesinin bu yeni üyesinin yaramazlık, yayılmacılık rotasını çözümlemeye çalıştığı günlerdi. Uygarlık çemberine her kademeden dahil olmuş toplumların türlü kaygıları, korkuları vardı. Bununla birlikte umut da vardı. Bir şeyler değişecek, umudu. Kim, beklentisinin ne kadarını gözlemleyebiliyor, emin değilim. Belki çağın hastalığı bir neden. Hız. Hız mı desek, yoksa telaş mı?
Sözcüklerin Tadı
Eş anlamlı sözcükleri düşünmeyi sever misiniz? Soruya bakın... Türkçe dilbilgisine karşı özel bir tutkusu olmayan kimsenin durup dururken hangi tür sözcükleri sevdiği ya da sevmediği gelir mi aklına? Bir kişinin gelebiliyorsa, pek çok kişinin de gelebilir sanki... İşte şimdi düşünebilirsiniz, eş anlamlı sözcükleri düşünmeyi sevip sevmediğinizi.
Hop Dedik Demiştik
toplum ve insan
26-04-2022
Sabah öfkeyle uyandım ve ”Kavala kim ya?” dedim yine.
Kim?
Gezi’de ”hop dedik” diyen, genci yaşlısı milyonlarca insanla ilişkilendirebileceğimiz nesi var?
Lidersizliğiyle dikkat çeken bir halk eylemi, nasıl böyle asla ”kahramanı” olamayacak isme indirgenebiliyor?
Kim vardı Gezi’de? Gezi Ruhu dediğimiz o şeyin bileşenleri kimdi? Birbirini tanımayan, ama o yabancılığın ve hatta pek çok farklılığın içinde öncelikle İstanbulluluk’ta birleşen binler, yüz binler, milyonlar...